Bölüm 13

2.2K 114 13
                                    

Yıldız yine ortadan kaybolmuştu. Artık evli bir kadındı, dün gece Mustafa Sami ile nikahı kıyılmıştı. Ancak Anadolu'ya gitmekte o kadar gönülsüz, öyle bedbaht görünüyordu ki, ister istemez üzülüyordum haline. Dün akşam gidip babamı bulacağını, ona bir tek babamın yardım edebileceğini söyleyince ona kaçması için yardım etmiştim, fakat sonra Ali Kemal eve gelip onu odasında bulamayınca işler çığırından çıkmıştı. Ali Kemal onu bir yerlerden bulup getirdi, Yıldız da daha fazla direnemedi ve nikaha razı geldi. Nikah henüz yeni kıyılmıştı ki, ani bir baskınla sarsıldık: Yunanlılardı. Başlarında adının Stavro olduğunu öğrendiğim işkenceci Yunan zabiti, ve yanında... Leon. Hapishaneden beri onu ilk defa görüyordum. Doğrusu ilk karşılaşmamızı bu şekilde hayal etmemiştim; onu görünce kilitlenip kalır, hareket bile edemem diye düşünüyordum. Lakin durumun vahameti hislerime kapılmama engel oldu sanıyorum. Leon "kim o?" dediğimi duyunca nazik bir dille: "Size birkaç şey soracağız, kapıyı açar mısın Hilâl?" diye seslenmişti. Fakat onun aksine Stavro denen yılan mahremimize aldırmadan askerleriyle birlikte evimize daldı. Yukarı odada sakladığımız Mustafa Sami bey neredeyse yakalanıyordu! Neyse ki son anda babamın yetişmesi ve Stavro'yu azarlaması ile bu belayı def edebildik.

Ancak Yıldız pes etmiyordu. Bu sabah da Eleni'ye veda etme bahanesiyle evden çıkmış, bu saat olduğu halde dönmemişti. Onun Leon'a gittiği yönünde bir şüphe kalbimi kemiriyordu. Beynim bana türlü oyunlar oynamaya başlamıştı; Yıldız'ın gözlerinde yaşlarla Leon'un kollarına atıldığı, onunsa ablamı reddetmeyerek ona sarıldığı bir sahne gözümün önüne gelip duruyor, beni her defasında azapla kıvrandırıyordu. Niçin böyle yapıyor, niçin kendime eziyet ediyordum? Yıldız'ı Leon'un yanında bulmaktan hem ölesiye korkuyor, hem de neden ateşe yürüyen bir pervane gibi kendimi Yunan karargahında buluyordum? Şimdi onları el ele, kol kola görürsem kalbim oracıkta durmayacak mı? Kendime bu azabı neden yaşatıyorum?

Birden o'nu gördüm. Yalnızdı, uzun bacaklarının seri adımları ile karargah binasına yaklaşıyordu. Hemen arkamı döndüm. Kalbim yerinden çıkacak gibiydi, gümbürtüsünü neredeyse kendi kulaklarımla işitiyordum. O da beni görmüş, yön değiştirip bana doğru yürümeye başlamıştı. Derhal kendimi toparlamalıydım. Yüzüme hislerimi ele vermeyecek kayıtsız bir maske geçirdim, cesur olmaya çalışan bakışlarımı yanıma gelmiş olan teğmenin yüzüne diktim.

"Hilal?"

İsmimin onun güzel sesinden dökülmesi her zamanki gibi tüylerimi ürpertmeye yetiyor...

"T-teğmen... (Allah kahretsin, sesim titriyor... Bir şey anlamasa bari) Ablamı arıyorum ben, haberiniz var mı?"

Leon'un yüzü endişe ile bulutlandı: "Hayır. Kötü bir şey mi oldu?"

"Yok... Gördünüz mü ablamı doğru söyleyin."

Leon şaşkınca başını salladı: "Hayır, görmedim... de ne işi olur ki Yıldız'ın burada?"

Derin bir nefes aldım. İçime yine kıskançlığın o artık tanıdık gelen yeşil zehri doldu.

"Sizin yanınıza gelmiş olabileceğini düşündüm," dedim. "Malum, aranızda hiçbirimizin tasvip etmediği bir münasebet var, öyle değil mi?"

Son cümleyi söylerken olabildiğince küstah görünmeye çalışıyordum. Oysaki ruhum kan ağlıyordu, ah, inkar etse, öyle bir şey yok, mevzubahis bile olamaz dese! Keşke...

Leon gerçekten de bir an bana kırgın gibi baktı. Böyle düşündüğüm için üzülmüş gibiydi.

"Yıldız hanım ile aramızdaki münasebet dostluktan ibaret," dedi yavaşça. "Sizin başınız derde girdiği vakit ona yardım etmiştim; bu sebeple ablanızı suçluyorsanız..."

Vatanımdaki YabancıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin