- 1901 BAHARI -Han'ın gözleri önünde koşturan Hundaydı. Hun'un yukardan yarım atkuyruğu yapılmış upuzun saçları ahenkle bir o yana bir bu yana uçuşuyordu. İkisi de hafif hafif esen rüzgara karşı koyuyor,hanbokları dalgalanıyordu. Han,uzun bacaklarıyla aralarındaki mesafeyi kapadı ve Hun'u belinden yakaladı. Bağırdı.
''Yetiştim işte!''
Yeni yeni irileşen vücuduyla, en yakın arkadaşını sıkıca kavradı ve yere yüz üstü yatırdı. Hemen üstüne de kendi bedenini sertçe bıraktı.
Lu hanesinin hemen arkasındaki boş tepedelerdi ve evden çıktıkları anda yarışmaya başlamışlardı.Bunu zaten hep yaparlardı. Hun, minyon olduğu için genelde atik ve daha hızlı olurdu ama Han da her zaman ona yetişirdi.
Erginlik çağına yeni yeni adım atıyorlardı ama ikisi de hala tamamen çocuklardı. Zihinleri kötü düşüncelerden uzakta,kalpleri tertemizdi. Saflardı.
Çocuksu görünmeyen tek şey Han'ın kendisiydi. Genlerinden olsa gerek bir anda boy atmıştı. Hun'u çok geçmişti,Hun'un boyu anca kendi göğsüne gelebiliyordu. Babasına işlerinde yardım eden Han, her gün kahve çuvallarını taşıdığından vücudu irileşmişti. Onu görenler 12 yaşında değil de 15-16 yaşlarında sanıyorlardı.
Han gövdesini Hun'un sırtından kaldırdı ve dizleri üstünde yerde doğruldu. Elleri ara ara çakıl taşlarının da olduğu toprağa sürtünce biraz acıdı. Sert davrandığının da sonradan farkına vardı. Üstelik altındaki çocuk kendi cüssesinde de değildi. Önce elinin tersiyle yüzünü sildi -çünkü kendi yüzü de hafifçe yere sürtmüştü- sonra da arkadaşının belini kavradı ve sırt üstü çevirdi. Oh Hun'un sırtını, toprağa verdiğinde çocuk gözlerini sıkıca kapamıştı ve kaşlarını çatmıştı.
Hanla oyun oynarlarken dozu ayarlayamaması bazen sinirlerini bozuyordu.
''Özür dilerim...''
Han'ın nefes nefese özür dileyişini duyunca yavaşça gözlerini açtı. Han,Hun'un yüzüne düşen uzun saçlarını çekiyordu. Birkaç tutamı kulaklarının arkasına atarken ''İyi misin?'' diye de sormuştu. Hun yutkundu.
''İyiyim...sadece...nasıl bu kadar çabuk büyüyebiliyorsun anlayamıyorum.''
Hafif hafif rüzgar esti ve Hun yattığı yerden Han'ın hanbokunun uçuşmasıyla afacan sırıtmasını izledi.
''Bilmiyorum. Ben bir şey yapmadan oluyor işte.''
Arkadaşının devleşmesine gün be gün şahit oluyordu. Han'ın sırıttığı görünce istemsizce dudakları yukarı doğru kıvrıldı.
Han,Hun'u bileklerinden kavradı ve yavaşça kaldırdı. Şimdi ikisi de kalçaları üstünde oturuyordu. Han Hun'un yanağındaki pembe çiziği ve çiziğin arasından yavaşça yanağına süzülen kanı gördü.
''Yanağın!''
Gözlerini büyüterek bir anda bağırdı.
Hun hemen elini yanağına bastırdı. Elini çekip parmak uçlarına baktığında kanla karşılaştı. Küçük bir çizikti ama acıtıyordu işte. Acıyı tuhaf bir şekilde daha yeni hissediyordu. Yüzünü buruşturdu. Han endişeli gözlerle arkadaşının yüzüne ve gözlerine bakıyordu.
''Çok acıyor mu?''
Hun buruşuk yüzüyle arkadaşının titreyen gözlerine baktı.
''Biraz.''
Kendi acısına konsantre olmuşken birden dikkati başka yere kaydı. Han'ın da dudağının üstünde pembe bir çizik belirmişti ve üst dudağına kadar inen çiziğin üstünde küçücük bir kan damlası vardı.
Hun elini kaldırdı ve işaret parmağıyla Han'ın dudağını işaret etti. Gözlerini büyütmüştü.
''Senin de dudağın kanıyor!''
Han acının hiç farkında değildi. Elini çiziğe götürdü. Çiziğe dokunduktan sonra biraz sızı hissetti. İkisi de birbirini izliyordu. Han elini yarasından çekti. Neyse ki çok kan falan gelmiyordu.
''Biliyor musun ? Annem yaralarımı her öptüğünde hepsinin acısı hemen geçer.'' demişti Han.
Narin ve doğuştan soylu olan Hun acı ne demek pek bilmiyordu. Gülümseyerek çiziğin olduğu yanağını arkadaşının yüzüne doğru çevirdi.
''Öyleyse,bekliyorum.''
Kıkırdamıştı da. ''Acı alan'' şu öpücükten bekliyordu.
Han da kahkaha attı ve sonra gülerek dudaklarını çiziğin üstüne bastırdı. Dudaklarının yukarı doğru kıvrılışını Hun, yanağında hissedebilmişti. Ve Hun'un vücudundan ilginç bir koku geliyordu. Bo Fang'ın şu Doğu Asya'dan getirdiği vanilyalı kahveye benziyordu sanki. Geri çekildiğinde ikisi de karnını tutarak kahkaha atmıştı.
''Ah..''
Ama Han güldüğünde küçük yarası sızlamıştı. Parmak ucunu yarasına bastırdı. Hun gülmeyi bıraktı. Yüzü yine endişeli hal bir almıştı.
''İyisin değil mi?''
Bu sefer de yüzünü buruşturan Handı. Bir cevap vermedi çünkü konuştukça yarasının sızlamasından korkuyordu. Elini yarasından çektiği an Hun ellerini kendi omuzlarına attı ve yüzünü Han'ın yüzüne yaklaştırdı. Sıcak dudaklarını yaranın üstüne bastırdı.
Planı,philtruma, yani burnunun hemen altına şu acıyı dindiren öpücükten kondurmaktı ama dudakları çiziğin olduğu bölgeden taşıyor,dudakların sınırına giriyordu. Üstelik dudakları çok büyük değil de değildi,aksine ince sayılırlardı.
Hun geri çekildi ve Han'ın kızaran yanaklarını fark etmedi.
''Nasıl ? Geçti mi ?''
Çiziği hala sızlıyordu. Han cevap vermekte zorlandı.
''Aslında...hala acıyor...''
Kalbi de hızla atıyordu.
Hun poposu üstünde sürünerek arkadaşına biraz daha yaklaştı ve gözlerini kapatarak dudaklarını yine aynı yere ama biraz daha altına bastırdı. Han da hemen gözlerini kapatmıştı. Minyon olanın burnunun ucu,Han'ın burnunun hemen yanına,elmacık kemiğinin yakınlarındaki bir yere değiyordu.
İkisi de o anda nedense nefes alamadı. Hun,dudaklarını acıyan yerde durması gerekenden daha da uzun tuttu. Güm güm atan kalbinin haykırışları kulaklarına vardı. Ama aldırış etmedi.
Han'ın elinin ayarını tutturamadığı bu dönemde daha böyle çok yaralar alacaklardı.
Ve acıyı dindiren öpücükler.
Nazik rüzgarların estiği o bahar mevsiminde bir şeyler filizlendi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Scent Of A Man (HANHUN) - 남자의 향기
Fanfiction120 yıllık bir kan mührü. Evlilik üzerine yapılan bir anlaşma. Oh Sehun, Kim Luhan ile evlenmek zorundaydı.