Bölüm 14

21.2K 1.5K 69
                                    

Lord Bourne'un Konağı'nda gün her zamanki gibi erken başlamıştı. Sandra raflarla epey zaman oyalandı, sonra odasına gidip biri dikilmemiş iki elbise ve ufak tefek eşyasını küçük bohçasına koyup bohçayı ne olur ne olmaz diye yatağın altına sakladı. Lacivert elbisesini yolda giyilmek üzere dolapta bırakmıştı. Bir süre dinlenip akşam yemeğini yedi. Mutfaktaki sohbetlere bilerek katılmadı çünkü konu Marki Hazretleri'nin ne zaman ayrılacağını tahmin etmek üzerineydi ve kız yalan söylemektense konuşmamayı tercih ediyordu.

Yemekten sonra tekrar odasına çekilen genç kız iki saat kadar bekledi. Sonra lacivert elbiseyi giydi, hizmetçi kıyafetini dolabında bıraktı. Pelerinini ve bohçasını da alıp mutfağa gitti, ışığı yakmadan sessizce tezgahın köşesinde süpürgenin arkasına saklanarak yere oturdu.

Her dakika bir yıl gibi geçiyor, en ufak bir seste yüreği ağzına geliyordu. Yakalanma korkusuyla epeyce bekleyen Sandra kapı yavaşça açılıp oda mum ışığıyla aydınlanınca nefesini tutup olduğu yere iyice sindi. Gelen her kimse mutfağı iyice aydınlatıp onun olduğu tarafa dikkatle bakmazsa kızı göremezdi. İçeri giren kişi tezgaha doğru yürüyünce kız mum ışığında efendisinin yüzünü seçti ve ayağa kalkmak için yerinden kıpırdandığında süpürge devrilmek üzereyken son anda Sandra tarafından yakalandı. Arthur tahammülsüz bir ifadeyle fısıldadı.

- Kiliseye haber verdin mi? Çanları çalsalardı... Gidişimizi herkes duysun.

Sandra bozuldu. Marki Hazretleri hep onunla alay ediyordu. Halbuki süpürge düşmemişti, ses de çıkmamıştı, yok yere abartıyordu genç adam.

- Asma suratını küçük. Hadi gidelim. Pelerinini giy, başlığını da ört.

Sözü bitince kendi de pelerinini giydi ve mutfağın bahçeye açılan kapısından dışarı çıktı. Ay ışığında mumu söndüren genç adam bahçenin köşesinde gölgede duran bir adamla buluştu. Sokağa beraberce çıktılar, Arthur kızı omzundan tutup kendine iyice yaklaştırdı. Kaldırım boyunca binalar ayın ışığını kesiyordu ve yürüdükleri istikamet zifiri karanlıktı. Bastığı yeri göremeyen Sandra, genç adamın yönlendirmesine güvenerek yürüyor, ses çıkarmamak için nefesini kontrol etmeye çalışıyordu.

Epeyce yol gittikten sonra aralık duran bir demir kapıdan içeri girdiler. Sandra ay ışığında kapkara bir canavar gibi görünen siyah atla burun buruna geldi. Arthur aygırın boynunu okşarken bir yandan onlarla beraber gelen adama fısıldadı.

- Harry, Blackfax'ı yolda hangi hana bırakacağım?

- Windy Hill Hanı. Tahmini üç saat mesafede. Hancı Jack Banner eski dostumdur. Size hemen bir at ayarlar. Aslında önceden haber verebilseydik keşke.

- Üç saat fazla değil mi?

- Blackfax için sorun olmaz Yarbayım. Kız ağır mı?

- Hayır.

- O halde üç saatten kısa bile sürebilir.

Sandra, kendi hakkında bir eşyadan bahseder gibi konuşan iki erkeğe içten içe sinirlenirken, Arthur ve Harry vedalaştılar. Adam atı da bir süre okşadıktan sonra bahçeden çıkıp gitti.

Seyis Harry eski bir askerdi ve Arthur'un çok güvendiği bir adamdı. Onun dışında hiç kimse, ne kahyası, ne de arkadaşları yola bu gece çıkacaklarını bilmiyordu. Herkese en azından bir hafta daha hazırlık yapması gerektiğini ima etmişti Arthur. Harry bu evi üç gün evvel kiralamış, Lordunun planları doğrultusunda atı hava kararınca götürüp evin duvarına bağlamıştı. İyi yetiştirilmiş akıllı bir hayvan olan Blackfax bağlandığı yerde sonsuza kadar sakince durabilirdi.

Demir Dük'ün OğluHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin