Bölüm 21

19K 1.4K 104
                                    

Tony, Liverpool Limanı'nda etrafı gözlüyordu. Dört gündür buradaydı, üstünde eski mahallesinde giydikleri gibi eski püskü kıyafetleri ve bir kaç günlük sakalıyla ortama uyumlu görünüyordu. Kendini Doğu Limanı'ndan Liverpool'a kızkardeşini aramak için gelen bir denizci gibi tanıtmıştı. Her ne kadar birlikte olduklarına kesinlekle inanmasa da Sandra ve Arthur'u sanki beraber kaçmışlar gibi anlatıyor, eşgallerini konuştuğu herkese veriyordu ama olumlu bir yanıt alamadıkça umudunu yitirmeye başlamıştı.

Halbuki çok emindi içindeki, Yarbay'ın bu limanı kullanarak Amerika'ya geçeceğini söyleyen hissin onu doğru yönlendireceğinden. Albay McCoy'un emrine girip görevle ilgili bilgileri aldıktan sonra hedefin güzergahında bulunabilecek en muhtemel konum olduğu için gelmişti buraya. Yoksa istihbarat ağlarına, Marki Hazretleri'nin ne Liverpool'da ne de başka herhangi bir yerde görüldüğüne dair en ufak bir bilgi takılmamıştı.

Tony geldiğinden beri yurtdışındaki herhangi bir yere giden bütün gemileri incelemişti. Coğrafyası itibariyle bu limandan en çok Amerika ve Batı Hint Adaları yönünde gemiler kalkıyordu. Yarbay kaçtığından beri hiç yolcu gemisi gitmemişti, ilki ertesi gün denize açılacaktı. Ticaret gemilerinde olan kişilerin listelerindeyse göze çarpan bir şey yoktu. Sadece denizciler ve tüccarların temsilcileri...

En ufak bir bilgi kırıntısına ulaşsa ertesi gün kalkacak gemiye binip gitmek niyetindeydi ama haber yoktu işte.. Limandaki diğer istihbaratçılarla da her gün temasa geçiyor ve başka yerlerde de bir gelişme olmadığını hayal kırıklığıyla öğreniyordu. Gerçi yola çıkmadan önce kendisine bazı önemli hatırlatmalar yapan Yüzbaşı Fineas en önemli şeyin sabır olduğunu tekrar tekrar söylemişti ama sabrettikçe hedefinin uzaklaşıyor olduğu düşüncesini aklından çıkaramıyordu.

Bir yandan da zihni almış olduğu emri sorgulamaktaydı. Bir askerin öğrendiği ilk ve en önemli şey verilen emri sorgulamadan yerine getirmektir. Tony, İngiltere'nin en kudretli komutanından emir almıştı. Ama içi rahat değildi. Londra'dan ayrılmadan önce Albay McCoy ile uzun bir sohbetleri olmuştu. Görevi ile ilgili edindiği bilgiler kafasını karıştırmış, hatta amacını bile anlayamamıştı doğrusu. Aralarında geçen konuşmalar şöyleydi:

- Albayım, Dük Hazretleri bütün istihbarat birimlerini bu meseleyle nasıl meşgul edebiliyor. Yani ülke güvenliği açısından bir anlamı yok ki.

Albay yarı alaycı yarı üzgün bakışlarını delikanlının yüzüne dikmişti.

- Senin üç günde anladığın şeyi bir ordu dolusu insan yıllardır anlayamadı. Bu sözünü Welles'in yüzüne Majesteleri Kral bile söylemekten çekinir. Ben birim olarak istediği bilginin peşine düşmesem dahi birileri Demir Dük Hazretleri'ne yaranıp bu bağlantıdan bir terfi ya da başka bir çıkar elde etmek için peşine düşüyor ve bundan ben kişisel olarak zarar görüyorum. O yüzden mecburum istediğini yapmaya. Tanrı affetsin.

- Ben de sanırım kişisel çıkarlarımı gözetiyorum.

Albay genç adamın yüzünde utanmış bir ifade gördüğüne şaşırdı. Kalmış mıydı insanlarda böyle duygular? Dahası Onbaşı sadece hayattan hakkı olanı almaya çalışan bir gençti.

- Buna hakkın var çocuk. Çok gençsin. Mirasın olan ünvanı istiyorsun. Kariyer hayal ediyorsun. Git Yarbay'ı bul. Zor ama başarırsın sen. Bulunca da bir şekilde ikna et getir. Yeterince zaman geçerse döner belki.

- Dük Hazretleri neden oğlunu istiyor? Yani artık Tweedham Markisi de kızıyla evlenmesini istemez herhalde. Neden bu kadar gözü dönmüş bir şekilde arıyor? Rahat bıraksa olmaz mı?

- Rahat bıraksa mı? Bu mümkün mü? Dük Hazretleri rahatsızsa herkes rahatsız olmak zorundadır. Lord Bourne'u bulunca ne yapacağını soruyorsan eminim bunu kendi de bilmiyordur. Kendisini rezil ettiği için bir intikam düşünecek mutlaka ama öz oğlu için ne kadar abartılı işkenceler planlayabileceğini bilmiyorum.

Demir Dük'ün OğluHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin