Bölüm 1

75.1K 2.3K 320
                                    

Arthur, yaklaşık kırk gün süren keyifli Bath tatilinin ardından üç gündür at sırtındaydı.  Bir süredir askeri talimlerden uzak olmanın verdiği hamlık yolculuğun başında genç Marki'yi biraz zorlasa da çabuk açılmıştı ve İngiltere'yi batıdan doğuya kat etmiş olmasına rağmen Roma zamanından kalan Burgh kalesinin duvarları göründüğünde keyifle atını hızlandırdı.

Yaz boyunca Belton Kasabası yakınında, Breyton Nehri kıyısında kamp kurmuş olan piyade birliği güneşin etkisini kaybetmeye başladığı akşamüstü saatlerinde talim yapıyordu. Birlik komutanı Albay Martin Peterson, askerlerin çalışmalarını izlerken duyduğu nal sesleriyle dikkatini yaklaşmakta olan atlıya verdi. Üniforması üstünde olmasa da Yarbay Arthur Welles'i uzaktan tanımakta zorlanmadı. Genç adamın nihayet birliğe katılmasına sevinen Albay, aradaki mesafe kapanana kadar askerleri izlemeye devam etti.

Arthur Richard Welles ya da namıdiğer Lord Bourne nevi şahsına münhasır bir adamdı. Buğday teninde İrlandalı kanını yansıtan iri gri gözleri karşısındakini daima inceleyen, sorgulayan bir ifade taşıyordu. Koyu kahverengi dalgalı saçlarının çevrelediği yüzüne, çıkık elmacık kemikleri ve çenesi, kemikli burnu, bazen gergin duran, bazen de alayla kıvrılan ama çok nadir içten bir kahkaha atan ince dudakları, zeka belirtisi olan geniş alnı kişilik katıyor, sürekli talim yapıyor olmasının biçimlendirdiği uzun boylu, yapılı bedeniyle, kendine has çekiciliğiyle girdiği her ortamda kolayca dikkat çekiyordu, tabii yanında babası yoksa...

Arthur'un annesi beş yıl kadar önce ölmüştü. Babası ise Demir Dük lakabıyla bilinen, İngiltere tarihinin gördüğü en büyük komutanlardan biri ve yakın dönemin güçlü siyaset adamı Wellingstone Dükü Mareşal Arthur Welles'di. Kendisi iki yıl öncesine kadar Başbakan'dı ve hala sarayda ve aktif siyaset dünyası içinde çok önemli bir konuma sahipti. Katıldığı çok sayıda savaşta göstermiş olduğu üstün başarıdan dolayı kendisine Dük ünvanı verildiğinde, önceki ünvanı olan Bourne Markiliği'ni iki meşru oğlundan büyük olanına, yani Arthur'a devretmişti. Bir yıl kadar önce de genç adamı kendisi gibi önemli bir komutan ve yakın dostu olan Tweedham Markisi'nin kızı Bethany ile nişanlamıştı. Çocukluğundan beri kendi yetiştirme anlayışına uygun olarak hiç sevgi emaresi göstermeden, mutlak bir disiplin içerisinde büyüttüğü oğlu, emeğinin karşılığında, evet, iyi bir asker ve güçlü bir adamdı, ama kişiliği de ona göre şekillenmiş ve babasına karşı hissettiği en sıcak duygu saf nefret olmuştu, tabii bu nefreti, hiç suçu olmadığını bildiği halde nişanlısına da yansıtmaktan geri kalmıyordu. 

Arthur, sevgiyle bağlı olduğu annesine karşı da ilgisiz olan ve zaman zaman metres edindiği de bilinen babasından, annesinin vefatından beri özenle uzak duruyor, hatta bunun için Londra'dan ve cemiyet hayatından da uzaklaşıp vaktinin çoğunu Norwich'deki birliğinde geçiriyordu. Bu durum her anlamda işine geliyordu çünkü aristokrasi dünyasının saçma sapan yaşam tarzından hoşlanmayan genç adam Cambridge Koleji'nde tamamladığı eğitimin ardından kendini askeri kariyerine adamış ve hem fiziksel becerileri hem de yüksek zekası ve strateji yeteneğiyle üstlerinin ve astlarının daima takdirini kazanmış, babasının forsunu hiç bir zaman kullanmadan bulunduğu her görevin hakkını vererek yarbay rütbesine kadar yükselmişti. Bundan sonra da önünde parlak bir kariyer olacağından kimsenin şüphesi yoktu.

Üç ay kadar önce nişan meselesini babasıyla tekrar görüşmek üzere ayrıldığı birliğine yeniden kavuştuğu için sevinçliydi genç adam. Londra'ya istemeye istemeye gitmişti ama bir türlü içine sindiremediği bu evlilikten kurtulmak için bir şeyler yapmalıydı. Üzerinden bir yıl geçtiği için belki Demir Dük'ü ikna edebileceğini ummuş, başaramayınca B planı olarak sosyal ortamlarda kıza ve ailesine karşı küçük düşürücü derecede soğuk davranmış, fakat Tweedham Markisi de en az kendi babası kadar inatçı olduğu için davranışları beklenen karşılığı getirmemişti. Biraz kafa dağıtmak, dostlarıyla vakit geçirmek umuduyla planladığı Bath tatili de babasının öğrenip hem kendisini hem de Tweedham ailesini plana dahil etmesiyle gerçek bir hayal kırıklığı haline dönüşmüştü. Tatil boyunca Demir Dük'le ciddi bir sürtüşme yaşamasalar da sonuçta değişen bir şey olmamış ve Arthur, Norwich'e hala nişanlı bir adam olarak dönmüştü.

Catherine Welles ya da genelde söylendiği şekliyle Kitty, yani Arthur'un annesi, Wellingstone Dükü'ne gençliğinde aşık olmuştu. İrlanda'da bir Lord olan babası, o yıllarda beş oğlu olan bir Kont'un üçüncü oğlu olarak ünvan ve servet beklentisi olmayan, askeri kariyerinin başlarındaki genç Welles'le evlenmesine izin vermemiş, genç kızı başka bir Kont'la nişanlamıştı. Genç adam böyle bir hakarete tekrar maruz kalmamak için orduda yükselme hedefine ciddiyetle eğilmiş, uzun yıllar İrlanda'ya dönmemişti. Fakat Kitty onu unutamamış, yıllarca beklemiş, nişanlısıyla evlenmeyi reddetmiş ama bu dönemde sağlığını kaybederek zayıf düşmüştü. On yıl sonra, Welles yıllarca görev yaptığı ve sonuçta hem şövalye ünvanı hem de ciddi bir servet elde ettiği Hindistan'dan geri dönmüş, kızın hala kendisini beklediğini bildiren tanıdıklarının sözüyle gittiği Dublin'de eski sevgilisini zayıflamış, çökmüş, neredeyse yaşlanmış halde bulduğu ve beğenmediği halde yine de onunla evlenmişti ama asla anlayışlı ve ilgili bir koca olmadı. Welles hareketli bir adamdı ve Kitty zayıf bünyeliydi, hiçbir uyum yakalayamamışlardı. Annelerinin sağlıksız ve mutsuz hali iki oğlunu da fazlasıyla etkiledi ve şimdi Arthur kendisinin de, aynı odalarda bile uyumayan anne babası gibi bir kötü evlilik bataklığına sürüklenmekte olduğunu iliklerine kadar hissediyor, bundan kurtulmak için mutlaka bir yol bulması gerektiğini kendi kendine tekrarlayıp duruyordu.

Babası kötü giden evliliğini gönül ilişkileriyle oyalanarak tolere etmişti. Arthur ise metres fikrine temelden karşıydı. İnsanın eşini aldatmasını, kendi kimliğine, kendi verdiği söze hakaret olarak gören nadir erkeklerdendi ve onu kendiyle çeliştirecek böyle bir durumun içinde mecburiyetten de olsa yer almak fikrinden nefret ediyordu. Öyle vahim bir haldeydi ki nişanlısı olacak kıza parmağının ucuyla dahi dokunmak istemiyordu. Munis, evcimen bir kızdı ama ne bir güzelliği ne de onu özel kılacak zekası ya da başka bir meziyeti vardı. Gerçi bu işten yakayı kurtarsa bile bir gün birini gerçekten sevip de bir aşk evliliği yapabileceğini hiç sanmıyordu genç adam. Annesini öldüren şeyin babasına duyduğu aşk olduğuna inanıyor, aşırı duygusallıklardan daima kaçınıyordu. Aslında karşılıklı aşkın ve gerçek mutluluğun bir örneğini Bath'da kendi gözleriyle görmüştü ama kendisi herhalde o kadar şanslı olamazdı. O hayal kurma ve işi şansa bırakma eğiliminde olmayan, daima gerçekler üzerinden plan yapan soğukkanlı bir stratejistti ve mutlu sonları başkalarına bırakıyordu.

Evlenmeyi reddettiği takdirde ne ünvan ne de tek kuruş miras alamayacağının bilincindeydi genç adam ve bunu çok da umursamıyordu açıkçası. Fakat bunca zamandır babasının hiçbir katkısı olmadan, kendi emeğiyle sürdürdüğü askeri kariyeri, yaşlı adamın tek sözüyle sona erebilirdi ve hatta İngiltere sınırları içinde herhangi bir kariyer ya da iş edinmesini dahi kolayca engelleyebilirdi. Arthur, durumunu düşünerek bir yıldır maaşını dikkatle biriktiriyor, küçük ama kazançlı yatırımlar yapıyordu. Biriktirdiği bir miktar parasıyla, her şeyi terkedip Amerika'ya kaçma hayalleri kuruyordu ama bu kadar çılgınca bir plan ancak en son çare olarak düşünülebilirdi. Mevcut koşullar altında henüz onaltı yaşında olan kızın evlenme yaşına gelmesi için iki üç yıl daha vakit vardı ve bu süre içerisinde bir mucize gerçekleşmediği takdirde herhalde düşündüğü bu son çareye başvuracaktı.

Talim yerine geldiğinde genç adam, Albay Peterson ve diğer askerlerin coşkulu ve içten selamlarıyla keyiflenmiş, kendini ,sanki hiç ayrılmamış gibi, kamp hayatının olağan akışına bırakıvermişti.

Demir Dük'ün OğluHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin