Bölüm 39

16.3K 1.2K 330
                                    

Dostlar, yine yeni bir bölümde Arthur'un Nevada'daki madencilik kariyeri başlarken, Sandra sanırım üçüncü kez bir askerle yolculuğa çıkıyor. 😲😎😎

Devrin Paris'inde çok fazla tanıdık simalar var ve ben size bazı hikayeleri ayrıntılı anlatmak isterdim ama kurgumuzu 750 bölüme uzatmama kaygısı ağır bastı. Dolayısıyla size İmpromptu adında eski ama eğlenceli bir film önereceğim. Tam da aynı yıllarda geçiyor ve online sitelerden izlenebilir durumda.

27 Aralık 1836, Nevada Dağları

Bir haftadır yoldaydılar. Dağlık arazi koşulları zorlaşmaya başlamıştı. Eğim arttıkça tırmanmak atlar için yorucu oluyor, rakım yükseldikçe hava soğuyordu. Özellikle geceleri kalın kürklü pelerinlerine sarılarak ayazdan korunmaya çalışıyorlardı. Bu Arthur için bir bakıma iyiydi, İngiltere sıcak bir memleket değildi nihayetinde ve aylardır çöle yakın koşullarda yaşamak genç adamı bunaltmıştı. Hele de Chihuahua'nın kuru havasında nefes almak bile insanın canını acıtıyordu.

Dağ geçidinin güneyinde büyük bir gölün etrafından dolanmaktaydılar. Maden haritasında bir göl vardı ama ne adı ne de şekli şemali belliydi. Zaten haritanın tamamı başlı başına bir muammaydı. Biri çocuklar bahçede oynasın diye şakadan bir define haritası çizse bundan daha çok özenirdi. Ellerindeki çizimde göl, büyük kaya ve kuru ağaç diye belirtilen kısımlar hakkında hiç bir açıklama yapılmamış, aralarındaki mesafeler ve hatta yönler bile işaretlenmemişti.

Gece gölün kıyısında kamp kurdular. Açık gökyüzünde ışıl ışıl parlayan yıldızlar suyun yüzünden yansıyordu. Kıyıdaki yaşlı söğütler birbirlerine karışan kalın kökleriyle göle uzanıyorlardı. Rüzgar uğulduyor, estikçe kuru dalları hışırdatıyor, çok uzaklarda bir yerlerde kurtlar uluyor, sesler geceye ürkütücü bir hava katıyordu.

Juan pelerinine ve battaniyesine sarınmış uyumaya çalışıyordu. Arthur ise nöbetteydi. Bir anda hafif bir çıtırtı duydu ve kulak kesildi. Yavaşça silahının emniyetini açarken keskin gözleriyle ağaç silüetlerini inceliyor en küçük bir hareketlilik arıyordu. Bir şey göremeyince tekrar oturdu fakat nöbetinin sonuna kadar tetikte bekledi.

......................

Sandra karmakarışık rüyalardan uyandı.Başucundaki mum sönmüş, bordo üstüne altın rengi damask desenli perdeler sımsıkı kapalı, oda şöminedeki közlerin kızıl parlaklığı olmasa zifiri karanlıktı.

Yataktan doğrulup çıplak ayaklarıyla terliklerini aradı ve bulduğunda giyip ayağa kalktı. İnce geceliğiyle üşüyordu, kalın gecelik giymesine de Rudy karışıyordu, genç hanımlar dantel geceliklerle uyumaya alışmalıymışlar. Ne gerek varsa...

Yatağın ayak ucundaki oymalı sandığın üzerinden sabahlığını alıp giydi ve cama doğru yürüdü. Uzanıp perdeyi araladı, yağmur yüklü kara bulutlar güneşi maskeliyordu, gökyüzü genç kızın ruh halini anlatıyordu, karanlık ve her an ağlama isteğiyle dopdolu... Dük'e unutmak için söz vermiş olsa da o satırlar bir türlü aklından çıkmıyordu, efendisinin nerede, ne halde olduğunu bilememek onu öldürüyordu. Fark etmeden bütün hayati fonksiyonlarını ona bağlamış gibiydi, yokluğunda nefes alamayacak hale ne zaman geldiğini hatırlamıyordu bile. Az sonra Rudy ya da Gloria gelip onu yeni güne hazırlayacaktı ama Sandra hiç bir güne başlamak istemiyordu.

&

Lord Charles Welles, Arthur'dan bir yaş küçüktü. Akran gibi büyümüşlerdi, Charles da aynı ağabeyi gibi Eton Koleji ve Cambridge'de okuduktan sonra askeri kariyerine Teğmen rütbesiyle başlamıştı. Ne var ki Arthur neyse Charles tam tersiydi ve babasının karışmayacağını bilseydi eğer, en başında orduya hiç yazılmazdı. Nitekim annesinin kaybıyla yaşadığı acıyı gerekçe göstererek mesleğinden istifa etmiş ve soluğu Paris'te almıştı.

Demir Dük'ün OğluHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin