Bölüm 29

16.7K 1.2K 107
                                    


Arthur sabah uyandığında kendini son derece dinç ve enerjik hissediyordu. Beklenmedik şekilde hayatına dahil olan Juan içindeki ümit ve cesaret gibi duyguları tazelemişti. En azından yeri tespit edilene kadar bir süreliğine kendini rahat hissedebilirdi. Nevada Dağlarındaki Kızılderililer bile sempatik geliyordu şu anda.

Yüzünü yıkayıp aynaya baktığında ortalıkta bu kadar derbeder vaziyette gezmeye hakkı olmadığını düşündü. Hemen yan tarafta duran usturayı alıp sakallarından kurtulmaya başladı. O sırada kapının açıldığını duyan Arthur dönüp bakınca Gelincik'i gördü. "Günaydın." deyip işine kaldığı yerden devam etti.

- Ben sana yardım?

Arthur durup kıza baktı.

- Sen traştan anlar mısın ki?

Kız başını salladı.

- Bizim erkekler yüz saçı yok.

- O zaman yardım etme lütfen.

Kız ısrar etmedi ama sirk gösterisi izliyormuş gibi ilgi ve hayretle Arthur'u izlemeye başladı. Arthur bir an izlenmekten bunalıp çıkmasını istemek için kıza döndü ama bakışları o kadar çocuksu ve sevimliydi ki vazgeçip aynaya döndü.

İşi bittiğinde Gelincik koluna yaslanmış, ağzı açık, genç adama artık, gökten inmiş bir melek ya da ona benzer bir şeymiş gibi bakıyordu. Arthur gülerek "Ne var?" diye sorunca silkinip kendine geldi ve odaya girdiğinde yatağın üstüne bıraktığı kıyafetlere koştu. Bunlar Arthur'un kendi giysileriydi, fazladan bir tane siyah gömlek ve bir de taba rengi deri yelek vardı. Kız Arthur'u bu yeni olanları giymeye zorlarken genç adam sordu.

- Sen nereden buluyorsun bu giysileri?

- Navajo kadınlar vermek. Don Alberto'nun. O giymemek. Üstüne olmamak.

- Terzisi kör mü olmak?

Gelincik omuzlarını kaldırıp "Ben bilmemek." dedi.

Arthur gömleği giydi. Don Alberto zayıf bir adamdı, gömlek gerçekten de üstüne bol gelmiş olmalıydı. Arthur'a ise alışkın olduğundan biraz daha dar gelmişti. Siyah pantolon ve taba yelekle beraber asil beylerin modasına pek uygun düşmese de bir vaquero için dikkat çekecek derecede yakışıklı ve cazibeli görünüyordu. Gelincik, elindeki tarakla uzanıp saçlarını düzelttiği Arthur'a hayran hayran bakarak "Haydi kahvaltıya." dedi ve terasa kadar da peşi sıra gitti.

Arthur terasa çıktığında akşamkinden farklı olarak sofranın çevresindeki direklere geniş bir tente gerildiğini gördü. Avrupa'da uzun zamandır sıradan evlerin bahçelerinde ya da pikniklerde bile kullanılan şık portatif gölgeliklerin yerine buradaki en zengin bir evde yelken bezinden bozma eski bir tentenin gerilmiş olması okyanusun iki tarafı arasındaki medeniyet farkını genç adamın gözüne sokuyordu adeta. Tenteden, altında oturanlara çevirdi bakışlarını. En son kendisi gelmişti. Diğerleri oturmuş sohbet ediyorlardı. Conchita şirin köpeklerine bir şeyler yedirmekle meşguldü. Arthur masaya doğru yürüyünce sofradakilerin bakışları kendisine çevrildi. Don Alberto neşeyle "Günaydın, Miles" derken, Conchita bileğinde asılı yelpazeyi açıp hızlı hızlı sallamaya başlamıştı. Juan'ın dudakları müstehzi bir gülümsemeyle kıvrıldı.

- Sakallarını kesmeseydin keşke amigo. Suratın pek çirkinmiş.

Arthur'un bu söze cevap vermesine gerek kalmadı çünkü Conchita boş bulunup "Tamamen saçmalık!" diye ufak çaplı bir çığlık atıverdi. Babasının hiddetle büyüyen gözleriyle karşı karşıya geldiği anda da ne yaptığını fark edip yelpazesini yüzüne örttü. Siyah yelpazenin dantelli uçlarının arkasından, kocaman kocaman açılmış kara gözleriyle bir babasına bir Juan'a bakarken Don Alberto sert tonda İspanyolca sözcükleri arka arkaya sıralamaya başlamıştı bile. Arthur'un orta dereceli İtalyancası bazı kelimeler benzer olsa dahi İspanyolca'yı anlamak için hiç yardımcı olmuyordu. Olsaydı bile öfkeli adamın sarf ettiği sözlerin manasını bilmek istediğini sanmıyordu.

Demir Dük'ün OğluHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin