Merak

932 219 78
                                    

En büyük çınar bir tohumda, en büyük kuş bir yumurtada gizliydi.

- Edgar Allan Poe

...

Sokak lambalarından süzülen sarı ışıkları izlemek çocukluğumdan beri yapmayı en sevdiğim şeylerden biriydi. Hep gece yolculuklarını çok sevmişimdir. Keyif aldığım çok şey vardır. Ayrıca ufak şeylerden de keyif alan biriyimdir, ve meraklıyımdır da. Çocukluğumdan beri merak etmeye devam ettiğim birçok şey var.

Mesela vampirler... Şuan havaalanına gitmemin sebebi olmaları ve kariyerimin buna bağlı olduğunu bilmem beni güldürüyor. Fakat gerçek bu, çocukluğumdan beri hep merak etmişimdir onları. Acaba vampirler gerçek mi? Kan içen sivri dişli ölümsüz vampirler.

Evet, vampirler gerçekten varlar. Kurgusal olmayan vampirler! Yani folklorik vampirler. Bizim bildiğimiz haçtan korkan inanılmaz güçlü, hızlı, duyuları olağanüstü gelişmiş, güneşte parlayan yada yanan, aynalarda gözükmeyen ölümsüz vampirler değil. Folklorik vampirler bu özelliklerin hiçbirine sahip değiller, ama gerçekler. Onları vampir yapan sadece kan içmeleri ve kötü kalpleri. En azından ben buna inanıyorum.

Bir anda taksinin ani fren yapmasıyla öne kaydım ve korkuyla etrafa bakındım.

"N-ne oldu?" Diye taksici adama seslendim çünkü önümüzde hiçbir şey yoktu. Karanlık ve sadece asfalt yol. Havaalanına on dakika kadar kalmıştı ve şimdi duramazdık. Uçağı kaçırmayı riske alamazdım.

"Sanırım bir kediydi." Dedi adam fısıltıyla.

"Kedi mi? Kedinin ne işi olur ki burada?" Dedim merakla.

"Bilmiyorum belki de bir yanılsamaydı sadece bir şey geçti gibi algıladım sanırım."

"Neyse devam edelim lütfen geç kalmak istemiyorum." Dedim ve arkama yaslandım.

"Uçağınız ne zaman kalkıyor hanfendi?" Diye bir soru yöneltti şoför.

"Sanırım 25 dakika var."

Derin bir nefes aldım ve paniklemeye başlamadan kendime gelmeye çalıştım.

"Hiç merak etmeyin sizi yetiştireceğim." Dedi ve gazı kökledi. Vay be hiçte fena sayılmaz, bu yaşta ben görebildiğinden şüphe ediyordum. Sakince arkama yaslanarak gözlerimi kapattım ve yarım saat içinde uçağın içinde olduğumu hayal ettim.

...

Tam zamanında! Bütün işlemleri halletmiş ve yetişmiştim. Şimdi ise koltuğuma doğru ilerliyordum. İstanbul - Sırbistan arası yaklaşık bir buçuk saatlik kısa bir uçuşum vardı. Kolumdaki saate baktığımda on bir olduğunu gördüm. Sırbistan ve Türkiye arasındaki saat farkı sadece bir saat olduğu için de oldukça şanslıydım.

Bir an önce temiz ve rahat olduğunu düşündüğüm bir otel odasına kendimi atmak ve plan hazırlamak istiyordum. Gideceğim yerler belliydi ancak bir kaç yerliyle yapacağım konuşmalar beni belki farklı konumlara yönlendirebilirdi. Öyle umuyordum daha doğrusu. Çünkü ne kadar çok bilgi o kadar dolu bir makale. Tek istediğim bu işi halletmekti.

Birkaç dakika bekledikten sonra uçaktaki her koltuk dolmaya başladı ve artık kalkış zamanı gelmişti. O sırada tek başıma yolculuk etmenin ne kadar sıkıcı olacağını düşünmeye başlamışken giriş kapısında genç bir adam belirdi. Nefes nefese kalmış ve hostese bir şeyler anlatmaya çalışıyordu. Sonrasında hostes işaret parmağıyla beni işaret ettiğinde koltuğuma gömüldüm.

Anlaşılan hiperaktif bir yol arkadaşım vardı artık. O kadar çok hareket ediyor ve hızlı konuşuyordu ki ben yorulmuştum. Adam yanıma oturduğunda ben gözlerimi kapatmıştım bile. Oysaki az önce uyumama kararı almıştım.

"Selam! Ben Doruk, naber?" Duyduğum sesle gözlerimi açtım ve başımı yasladığım yerden kaldırıp yanımda ki sırıtan adama baktım.

"İyiyim sen?" Dedim kısaca ve cebimdeki telefonumu çıkarttım. Selin'e uçağa bindiğime dair kısa bir mesaj yazıp gönderdim.

"Bende iyim. Tanışalım mı?" Dedi yine aynı enerjik ses tonuyla.

"Olur." Dedim sessizce ve ardından kısaca "Ben Duygu." Dedim.

Çocuk bana hala bakmaya devam edince tekrar konuştum.

"Sen?" Şaşkın şaşkın bakınmayı kesti ve yine heyecanlı bir şekilde konuşmaya başladı.

"Ben Doruk 25 yaşındayım ve Sırbistan'a dayımı ziyaret etmeye gidiyorum. Bilirsin Sırbistan'da oldukça Türk vardır bu yüzden de dayım yengemle tanıştığı için çok şanslı ve bende dayım dayım olduğu için çok şanslıyım ki her yıl şu güzel yere gidiyorum." Deyip derin bir nefes aldığında ben neyi anlattığını anlamaya çalışıyordum.

"Harika." Dedim ve gülümseyerek önüme döndüm.

Lütfen uyumama izin ver.

"A şey-"

"Uyumak istiyorum." Dedim ve gözlerimi kapattım.

...

"Hey! Geldik, uyan artık."

Esneyerek gözlerimi açtım ve hemen toparlandım. Kucağımdaki sırt çantamı takıp telefonumu elime aldım ve saate baktım. İstanbul için saat gece 12 buçuktu ama Sırbistan' da olduğum için 11 buçuktu. Yani tahmin ettiğim gibi bir buçuk saat sürmüştü yolculuk. Herkes sırayla uçaktan çıkarken bende yavaşça ilerliyordum. Kapıdan çıktığımda sıcak ve nemli bir hava bütün vücudumu kapladı. Güzel bir temmuz gecesiydi. Bavuluma da kavuşunca havaalanından çıktım ve bir taksi çağırdım.

Taksiye oteli tarif ettikten yaklaşık yarım saat sonra otele varmıştım. Havanın nemli olması çok bunaltıcıydı ama asıl sorun gündüz ne kadar bunaltıcı olacağıydı. Gece bile bu kadar sıcaksa gündüz eriyebilirdim. Otel odama girdiğim an derin bir nefes aldım ve kendimi yatağa attım. Hem uçakta uyuduğum için çok uykum vardı hemde bugün çok yorulmuştum. En iyisi bu gece rahatça uyuyup dinlenmek olacaktı. Sabah için telefonumun alarmını kurdum. Sanırım sekizde kalkmak uygun olurdu. Pijamalarımı giyinip yatağın içine girdim ve kendimi uykunun kollarına bıraktım...

Bloody Eyes Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin