Saatlerdir ağaç evinin minik balkonunda oturmuş ateşböceklerini izliyoruz. Zamanın nasıl geçtiğini fark etmemişim bile. Tanrım günlerce uğraşmamıza rağmen ortada ödev bile yoktu. Nerdeyse sabah olmak üzere ve biz hala oturmuş manzarayı izliyoruz. Kendine gel Anna, ayağa kalk ve bir şeyler yap.Hiddetli bir sesle "sabah olmak üzere ve hala projeyi tamamlayamadık" dedim.
Bana dönerek "evet... fazla zamanımız kalmadı. Ödev işini hemen halletmeliyiz." Dedi.
"Peki nasıl, nasıl halledeceğiz"
"Buradan ayrılıp, değirmene geri dönelim. Orda ilk yaptıklarımızdan biri duruyordur elbet"
"Ama ya fırtına onları da uçurduysa. O zaman ne yapacağız Josep"
"Bunu oraya gidince düşünürüz Anna. Hadi toparlan gidelim." Dedi ve yavaşça ayağa kalktık. Üzerinde durduğumuz eski, ahşap tahta sallanıyordu. Dikkatli bir şekilde tahtalara basıyor, bir yandan da hala ödevi düşünüyordum.
Sırt çantamı alıp, titreyen merdivenlerden aşağı indim. Ardımdan gelen Josep bana doğru döndü ve "eee peki değirmen ne taraftaydı" diye mırıldandı.
Tabi ya değirmen. Fırtına yüzünden uçurtmanın peşinden ormana girdik. Derken etrafta sığınacak yer ararken de kendimizi bu eski ağaç evin önünde bulduk. Buraya hangi yönden geldiğimizi bile hatırlayamıyorum. Tanrım biz şimdi ne yapacağız.
"Olamaz, ben de hatırlayamıyorum... peki şimdi ne tarafa gideceğiz" diye sordum korkmuş bir şekilde. O da korktuğumu anlamış olacak ki, gözlerimin içine bakarak
"Bir çaresini bulacağız elbet, sakin olmalısın. Bak rüzgar bu yönden esiyor, deniz bu tarafta olmalı. Denizi bulursak kıyıyı takip ederek değirmeni de bulabiliriz" dedi.
Haklıydı. Eski yel değirmeni denizin hemen kıyısındaydı. Zaten kıyıdan ne kadar uzaklaşmış olabiliriz ki diye düşündüm. Ama yine de fırtına da o kadar korkmuştuk ki ne kadar hızlı koştuğumuzu tahmin bile edemezsiniz. Hele ki benim gibi hızlı koşan biri ve onun gibi basketbol oynayan bir sporcuysanız, kısa sürede fazlasıyla uzaklaşmış olabilirisiniz.
Tamam anlamında kafamı salladım ve rüzgarın yönünde ilerlemeye başladık. Oldukça sık bir ormanda yürüyerek küçük bir patika aradık ama yoktu. Taşlı ve engebeli ağaç aralarında yolumuzu bulmaya çalışıyorduk. Yol bizi uçurtmamızın takıldığı, o görkemli kuru ağacın altına getirmişti.
Başımı yukarıya doğru kaldırıp son kez uçurtmama baktım. Tanrım ne kadar da güzel gözüküyor. Muazzam ölçülere sahip beşgen şeklinde tasarladığım, kıpkırmızı bir renk ile hayata geçirdiğim zavallı uçurtmam.
Uçurtmayla vedalaşıp, başımı öne eğdim. Josep'in sarı ayakkabıları, benimse bir zamanlar yeşil olan zavallı ayakkabılarım tamamen çamura saplanmış durumdaydı. Bağırsam, çağırsam, çırpınıp ağlasam ne çare... hayat her zaman planlandığı gibi gitmiyor işte. Kaosun bile bir düzeni vardır. Tıpkı uçuşan ateşböcekleri gibi. Tıpkı yağan kar taneleri gibi...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KALPSİZ
AdventureBu kitabı bitirdiğinde, senin hikayen baslayacak... *** Sizce yaşamak nedir? Yaşamak anlamaktır... Dengini bulup anlaşılmaktır yada bir ömür bulmaya çalışmaktır... Aramaktır. Neyi? Senin için ne önemliyse onu... Tıpkı Da Vinci'nin Mona Lisa'yı aram...