10. Bölüm

122 41 21
                                    

Olmayan ailenden dolayı ne kadar yalnız olduğunu hatırlat kendine.

Adamın samimiyetsiz sesi kulaklarında çınlıyordu.

Bir şey titriyordu- galiba telefonuydu. Ama ne ellerine telefonu alması için ne de gözlerine ona bakması için komut verebiliyordu. Kim arıyorsa arasın umrunda değildi zaten şuan.

Bu adam nasıl oluyordu da seneler boyu herkesten devlet sırrı gibi sakladığı bu gerçeği bilebiliyordu? Nasıl?

Olmayan ailenden dolayı

Anne-babasının olmadığını bilen kişiler sayılıydı: birlikte yaşadığı teyzesi, eniştesi ve kuzeni, Öykü, Kayra Teyze, İlker ve İlker'in ailesinden ibarettiler. Bunlar dışında kimse bilmiyordu ki, Deniz'in onlarla yaptığı konuşmalardan sonra hepsi de Deniz'in bu bilgiyi hiçkimseyle paylaşmamalarını istediğini anlamıştı.

(Hatta bu konuda okul müdürünün tanıdığı olması çok işine yaramıştı çünkü okulda bu sırrı saklayanlardan en yetkilisi oydu ve bilmesi zorunlu olan kişilere de o sıkıca tembihlemişti. Öykü bu sırrı en geç öğrenenlerdendi ve ona güveniyordu. İlker'e gelince, onun söyleyecek birisi bile yoktu, ki olsa bile söylemesi için bir sebep yoktu.)

Bu adamın kim olduğu sorusu aklından uçup gitmişti. Şuan sadece bunu nasıl bildiğini merak ediyordu. İstemsizce -içtiği içkinin de verdiği rahatlıkla- gözünden yaşlar boşalmaya başladı. Hayli uzun bir zamandır ilk defa ağlıyordu. Ve bir hayli uzun bir zamandır ilk defa ailesini düşünüyordu. Büyük ihtimalle bu yüzden buna bu kadar üzülmüştü.

Neredeyse kendini bildi bileli bunu herkesten saklamıştı. Birisinin öğrenip de ona acıması en son isteyeceği şeydi çünkü. İnsanların öğrenirse ne yapacaklarını biliyordu: İlk önce arkasından ah yazık, vah yazık diye konuşacak; sonra ona sürekli acıyıp yardım etmek isteyecek; herhangi bir olayı hemen anne babasının olmamasına bağlayacak ve sürekli akıl vermeye kalkacaklardı. Şuan bile kendisine kendisine akıl vermeye çalışanların sayısı bir hayli çokken bunu saklayarak ne kadar iyi yaptığını biliyordu.

Ama şimdi bu adam çıkmış, herkesten sakladığı bu yarasını yüzüne vurmuş ve resmen tuz basıp ortalıktan kaçarak uzaklaşmıştı. Kendini, konuşmaları boyunca hiç hissetmediği kadar güçsüz hissetti. Bir anda adamın elinde bir kuklaya dönüşmüş, istediği zaman canını yakabileceği bir oyuncak gibi hissediyordu. Ve güçsüz olduğunu bilmek daha çok acıtıyor, daha çok hıçkırmasına sebep oluyordu. Ağlamaması ve güçlü durması gerektiğini biliyordu ama ağlamanın en kötü yanı da buydu işte: bir kez başladıktan sonra kendinize engel olamazdınız. Aklının iyice bulanmaya başladığını hissetti.

Bir anda çok uzaklardan birinin ona seslendiğini duydu: "Deniz?" Babasıydı bu.

Zaten hızlıca atan kalbi iyice hızlanmıştı. Çok uzun zaman olmuştu babasının sesini duymayalı ama yine de o sesi hatırlayabilirdi. Veya hatırlayamazdı. Emin değildi. Ama o sesteki bir şey babasına ait hissettiriyordu. Sanki uzaklardan uçarak gelen ve onu şu anda içinde bulunduğu bulanık alemden çekerek her şeyin berrak ve musmutlu olduğu bir dünyaya çekecek kocaman bir el gibi bir şey. O anda başka hiçbir şey bu kadar huzur dolu hissettiremezdi. "Baba?" diye seslendi mutlu bir heyecanla. Babasını görmeyeli kaç yıl olmuştu. 10 mu 11 mi? Aynı heyecanla sevinerek ayağa kalkmaya çalıştı ama dizleri buna izin vermemişti, kalkmaya çalıştığı anda tekrardan yine yere yapışmıştı. Ama şu an bu umrunda değildi.

Babasının koşarak ona doğru gelen ayak seslerini duydu. Ayak sesleri o an sanki bir ritime dönüşmüş ve dünyanın en güzel şarkısını söylemeye geliyorlardı. "Deniz!" dedi ses. Deniz babasının şu anda hemen önünde durduğunu anlamıştı ama hiçbir şey göremiyordu. Hiç içmemiş olmayı diledi o zaman kafası yerinde olurdu ve bu anı daha net yaşayabilirdi. Elleriyle yüzünü tutup sarsıyordu  babası şimdi. "Deniz?!" Neden bu kadar telaşlıydı ki? "Deniz! Deniz bir şey söyle!"

VeniHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin