30. Bölüm

113 19 109
                                    


"Gerçekten mi Öykü?" dedi Deniz bıkkınlıkla. "Şöyle beni tanıyormuş gibi konuşmandan bıktım." Kaç saattir orada sitenin yeşillik alanındaki bankalarda oturuyorlardı? Ve konu kaç kere aynen böyle gelip de onda patlamıştı? Sinirlenmemişti aslında ama sadece umursamıyordu.

Yarı yıl tatilinin sonlarıydı. Havalar hâlâ soğuktu bu yüzden dışarıda montlarıyla duruyorlardı. Ve ikisinin de burnu çoktan kızarmıştı. "Seni tandığımı falan iddia etmiyorum." dedi Öykü, eliyle soğuktan kızaran burnunu ovuşturarak "Sadece... sanırım artık... seni çözdüm."

Başka bir tarafa bakıp güldü Deniz. "Sanki çok fark varmış gibi." diye mırıldandı kendi kendine. Büyük ihtimalle Öykü duymuştu çünkü o da kendi kendine tatlı tatlı gülmüştü. "Yani üzerimdeki şu 'psikolojik analizini' tamamladın, öyle mi?"

Hâlâ gülümseyen Öykü "İllaki eksik yerleri vardır ama çoğunlukla bitti. Evet." dedi. Montunun kollarını ellerine doğru çekiştirdi, üşümeye başlamıştı.

Deniz ise "Gerçekten çok merak ediyorum." diye karşılık verdi ona, sahte bir merakla "Anlatsana kimmişim ben?"

"İlk olarak: seni tanıdım demedim, çözdüm dedim. İkinci olarak da: hayır zaten. Sana anlatmam."

Deniz dizlerini yana doğru uzatıp oturduğu banka yarı yatar pozisyona geçti. "Nedenmiş o?"

"Dedim ya: çünkü seni çözdüm. Anlatırsam ne tepki vereceğini biliyorum." dedi Öykü. Aslında bu dediğinin Deniz'i ısrar etmesi için daha çok tetikleyeceğini biliyordu ve doğrusu istediği de buydu. Çünkü bu 'analizinden' emin olmak için söylediğinde Deniz'in ne tepki vereceğini bilmesine ihtiyacı vardı, ancak böylece emin olabilirdi.

"Ah lütfen Allah aşkına!" diye devam etti Deniz alaycı tavrından ödün vermeden "Lütfen biraz anlatsana!"

Alaycı diye geçirdi Öykü içinden. Anlatırken böyle olması iyi bir şeydi. Çünkü Deniz zaten sinirlenecekti, sinirliyken başlamamaları daha iyiydi. "Ne anlatmamı istersin Deniz'ciğim." dedi. O da aynen Deniz gibi bacaklarını bank boyu uzatarak uzandı.

"Ahh," dedi Deniz resmen iştahlı iştahlı "Mesela analizindeki en can alıcı nokta neydi?"

Öykü'nün ilk karşılığı gülmek olmuştu. "Dikkat çekmek için kıçını yırtıyor olman."

"Öykü gerçekten. Sen de mi?" dedi Deniz yapmacık bir hayal kırıklığı ifadesiyle. Şu an ikisi de karanlık gökyüzündeki görünmeyen yıldızlara bakıyorlardı, sanki konuştukları çok önemsiz bir konuymuş gibi. "Şu siteyi aç, zaten herkes aynı şeyi söylüyor. Senden daha orijinal bir başlangıç beklerdim."

"Bazı doğrular vardır, herkesin tekrarladığı. Ama tekrarlarken aslında ne kadar haklı olduklarını fark etmezler bile." Öykü gözlerini gökyüzünde yakalayabildiği bir yıldıza odakladı. "Haklı olduklarını ne zaman fark ettim biliyor musun? Okul başkanlığına adaylığını koyduğunda."

Deniz hızlıca bakışlarını Öykü'ye çevirdi. Ama Öykü'nün ona bakmadığını ve birlikte şu 'senle konuşuyorum ama senle ilgilenmiyor gibiyim' oyununu oynayacaklarını anladığında o da tekrardan gökyüzüne çevirdi gözlerini. "O kanıya nereden vardın peki?"

"Sana uymuyordu çünkü." diye yanıtladı Öykü basitçe. "9. ve 10. sınıfta sorumsuzun tekiydin -ki hâlâ öylesin- normalde olsa, asla böyle bir başkanlık sorumluluğunu istemez aksine kuralları yıkmak için çaba sarf ederdin. Ama yine de adaylığı koydun. Çünkü ilgi üstünde olmalıydı. Ki Onur gibi başkanlık için fazla azimli, kolayca sinir ederek eğlenebileceğin bir rakibin bile vardı: bulunmaz fırsat."

VeniHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin