Işıkların kapanması ile birlikte gözlerimi açtım. Artık zamanı gelmişti. Kafamı kaldırıp aşağıya baktım. Herkesin gözleri kapalıydı. Duvardaki saate baktım. Rakamları zor da olsa görüyordum fakat akrep ve yelkovanı göremiyordum. Gözlerimi kısıp daha dikkatli baktım. Gördüğüm kadarıyla on ikiyi geçiyordu. Yatakta doğruldum ve ranzanın merdivenlerine yöneldim...
Alin ile birlikte demir kapıyı sımsıkı kavramıştık. Birbirimize bakıp gülümsedik ve kapıyı tüm gücümüzle çektik. Büyük bir gürültü ile açılan kapı bizi korkutsa da bundan vazgeçmeyecektik. Buradan kurtulmalıydık. Kapıdan dışarı attığımız ilk adımla bizi karşılayan bu soğuğun sahibi kar olmuştu. Her yer bembeyazdı. Hayranlıkla etrafa bakarken birkaç görevlinin sinirli homurtularını duyduk. Telaşla bana bakan Alin'e döndüm ve başımı salladım.
Hızla koşmaya başladığımızda görevlilerin sesi yükselmişti. Tel örgülerin yanına geldiğimizde çantalarımızı arka tarafa attık ve tırmanmaya başladık. Ben tellerin arka tarafına atladığım sırada Alin'in bacağını teller kesti ve yere düştü. Alin'e ayağa kalkıp bir an önce tırmanması için haykırırken acıyla kanayan bacağına baktı.
"Alin haydi kalk!" diye avazım çıktığı kadar bağırıp tel örgülere vuruyordum. Bana çaresizce bakıp, "sen git Pera canım çok yanıyor!" dediğinde hızla "dayan Alin lütfen!" diye cevap verdim. Gözlerinden yaşlar akmaya başlamıştı. görevliler çoktan yaklaşmıştı, Alin'in koluna girip çekiştirerek götürmeye başlamışlardı. Gözlerimin içine bakıp, "Git" dedi son kez. "Alin!" diye hıçkırarak ağlamaya başlamıştım.
Bana doğru koşan görevlileri fark edince yerden çantamı alıp koşmaya başladım. Gözlerimden akan yaşlar yanaklarımdan süzülerek boğazıma indikçe soğuyordu. Etrafı net göremiyordum. Ağlayarak koşmak beni daha çok yormuştu. Tam arkama baktığım sırada bir taşa takıldım ve sertçe yere düştüm.
Dizlerim asfalta sürtüldüğünde tüylerim diken diken oldu. Avuç içlerim sızlamaya başlamıştı. Bu sırada görevliler bana yetişmişti. Onlar yaklaştıkça görüntüler netliğini kaybetmeye başlamıştı. Yanıma gelen adam elindeki jopu havaya kaldırdığı sırada gözlerimi sıkıca kapattım.
*
Büyük bir gürültü ile gözlerimi açtım, yüzüme vuran beyaz ışık yüzünden gözlerimi kıstım. Demir kapıların rahatsız edici gıcırtısı durunca, "süren bitti, çık." Dedi gardiyan. Gözlerimi ovalayıp tekrar açtım.
Hücrede olduğumu fark ettim, rüya görmüştüm ve terden sırılsıklam olmuştum. Boğazım kurumuştu, zorla yutkundum. Dilimle kuruyan dudaklarımı ıslattım ve "saat kaç?" Diye soru yönelttim hala ışığı suratıma tutan gardiyana. "Saat beş, sabah oldu." Dedi soğuk bir sesle.
Yavaşça ayağa kalkarken vücudumun uyuşmuş olduğunu fark ettim. Kapıya doğru ilerlerken başım dönüyordu. Gardiyan kolumdan tutarak beni buraya sürükleyerek getiren bakıcıya teslim etti. Kadın koluma girerek yürümeme destek oldu. Diğer elinde kıyafetlerim vardı. Koridorun zeminine değen çıplak ayaklarım hücrenin zemininden daha sıcak olduğunu fark etmişlerdi.
Banyonun kapısına geldiğimizde bakıcı kolumdan çıkıp cebindeki anahtarları çıkardı. Kapıyı açıp önce benim geçmem için kenarı çekildi. İçeri girdim ve en köşedeki küvete doğru ilerlemeye başladım. Burası yirmi beş kişinin aynı anda duş alabileceği bir banyo idi. Yan yana dizili olan küvetlerin aralarında yalnızca perdeler vardı. İnsanın içini karartan koyu gri duvarların boyası soyulmuştu ve ışık cansızdı.
Bakıcı yanıma gelip suyu açtı. Ne o konuşuyor ne de ben konuşuyordum. Ne o benim yüzüme bakıyordu ne de ben onun.. o suyu ayarlarken yavaşça atletimi çıkardım. Yere bıraktığım atlet kanlar içindeydi. Hücrede yalnızca atlet ile kalmanızı sağlıyorlardı ve cezan büyükse kırbaç cezası veriliyordu.
Bakıcı bileğimden tutarak küvete girmeme yardımcı oldu. Ayaklarım sıcak suyla temas edince gevşemeye başladı. Arkamı ona dönüp küvetin içine oturdum. Dizlerimi kendime çekip kollarımı bacaklarıma doladım. Bakıcı çeşmeden akan suyun altına bir süre tası tuttu. Orta büyüklükteki tasın içi su dolunca sıcak suyu yavaşça başımdan aşağı döktü. Su sırtımdan aşağı akarken tüylerim diken diken oldu, yaklaşık altı saat önce sırtımda derin yaralar oluşturan kırbacın acısını şimdi tekrar hissediyordum. Bakıcı bir kez daha su döktüğünde vücudumdaki kurumuş olan kanlar sıcak su ile birlikte vücudumdan aşağı akıyor, paslı küvetin içini kırmızıya boyuyordu.
Su her sırtımdan aşağı aktığında yaralarımı sızlatıyordu. Ağzımda tuzlu suyun tadını aldığımda gözlerimden yaşlar aktığını yeni fark etmiştim. İçimdeki Pera ağlıyordu, göz yaşlarını ben taşıyordum. Bu ruhun ağırlığını ben taşıyordum.
Bakıcı elimden tutarak küvetten çıkmama yardım etti. Havlu ile vücudumu sarmalarken ruhsuz bakışlarım üzerinde idi. Taburenin üzerindeki kıyafetlerimi gösterip, "bunları giy ve hemen revir odasına gel, yaralarını pansuman edeceğim." dedi. Sessizce kafamı salladığımda "acele et." diye ekledi ve gitti. Kıyafetlerimi alacağım sırada bir kaç adım ileride olan ayna dikkatimi çekti. Aynanın karşısına geçtim kendi yansımama bakınca yaşayan bir ölüyü andırdığımı fark ettim.
Cansız bakan gözlerim adeta ferini kaybetmişti. Kızarık, şiş ve altları mor idi. Dudaklarım rengini kaybetmiş ve çatlamıştı. Yüzümün rengi de normalden fazla soluktu. Yavaşça arkamı dönüp kafamı aynaya çevirdim. Havluyu biraz bollaştırarak sırtımı açığa çıkardım. Uzun çizgi şeklindeki yaralarım derin ve açıktı, yer yer morarmıştı etim. Bunları görmek mideme kramp girmesine sebep olmuştu. Önüme dönüp tekrar yüzüme baktığımda ise kaşlarımı çatmış olduğumu fark ettim. Daha fazla sinirlerim bozulmadan aynanın karşısından çekildim. Hızla kıyafetlerime yöneldim. Bir an önce giyinip bu buğulu banyodan çıkmak istiyordum. Burada durmak hiç hoşuma gitmiyordu.
Uzun koridordan geçip merdivenlerden yukarı çıktım. Revir yazısının olduğu kapı aralıktı. Kapıyı yavaşça ittim ve içeri girdim. Etrafa göz gezdirdiğimde iki kişinin yattığını fark ettim. Daha doğrusu uyuyorlardı. Kafamı sağa çevirdiğimde bakıcı dolaptan krem ve tampon bezlerini çıkarıyordu. Beni fark ettiğinde "şuraya geç." dedi sessizce. Kafasıyla işaret ettiği sedyeye gidip oturdum. Ardından yanıma geldi ve kremleri komodinin üzerine koydu. Bana kısa bir bakış attıktan sonra "arkanı dön." diye emir verdi.
Tüylü terliklerimi çıkarıp sedyede arkamı döndüm ve bacaklarımı bağdaş kurdum. Pijamamı çıkarttım, ardından sutyenimin kopçasını açtı. Soğuk krem sırtıma temas ettiğinde irkildim. Yaralarımın sızısı yükselmeye başladığında dişlerimi sıktım. Pansuman bittikten sonra gövdemi gazlı bezle sarmıştı. üzerimi giydim ve sedyeden inip terliklerimi ayağıma geçirdim. "Kimseyi uyandırmamaya dikkat ederek git ve uyu." dedi ben sedyeden inerken. Yavaşça kafamı sallayıp revirden çıktım. Sabahın ilk saatleri ile güneşin kızıl ışığı cansız koridora vuruyordu. Etraf çok sessizdi. Bir kat daha merdiven çıkarken bu sessiz ve ölü koridorları asla özlemeyeceğimi düşünüyordum. İki kat merdiveni çıktıktan sonra sola döndüm ve 18 numaralı yatakhaneye doğru yürümeye başladım.
Bir an önce yorganımın altına sığınıp ısınmak istiyordum. Odanın kapısını yavaşça açtığımda buranın koridordan daha karanlık olduğunu fark ettim. Kalın perdeler güneş ışıklarının içeri girmesini engelliyordu . Herkes uyuyordu. Sessiz adımlarla yatağıma yöneldim. Ayağımdaki terlikleri çıkardım ve yorganı kaldırıp yatağımın içine girdim. Hemen yanımdaki yatakta uyuyan arkadaşım Alin'e baktım. Umarım bir gün onu buradan çıkarabilirdim. O günü, kaçacağımız günü sabırsızlıkla bekliyordum. Bekliyorduk...
UMARIM HOŞUNUZA GİDER, İLGİNİZİ ÇEKER. TAKİPTE KALIN. SEVGİLERİMLE..
ŞİMDİ OKUDUĞUN
TOCKA (+18)
Teen FictionHava yağmurluydu. Şimşek göğü yarıp gürlüyordu. Bulutlar ardı arkası kesilmeyen iri su damlacıklarını yeryüzüne salıyordu. O ise karşımda dikilmiş dikkatle bana bakıyordu. Hırkasının kapüşonunu örtmüş fakat yüzünün ıslanmasını engelleyememişti. Saçl...