Nefes alamamak yalnızca ciğerlerinizi sıkıştırmaz, aynı zamanda beyninize giden oksijeni de keser. Mantıklı düşünemezsiniz. O an düşünebildiğim en mantıklı şey o yangının içine girip alevler arasında onu aramaktı. Ya bulacaktım yada onunla yanacaktım. Alevler gitgide büyüyor yetimhanenin büyük kısmını yok ediyordu. Bir yandan yağan ince kar taneleri alevlerin sıcağına karışıyordu. Geceyi aydınlatan yalnızca yangın değildi, itfaiyenin yanıp sönen ışıkları da eşlik ediyordu.
Kulaklarımı dolduran çığlık bana aitti. Kollarımı sıkıca tutan görevlilerin ellerinden kurtulmaya çalışıyordum. O an inanmaya çalıştım Tanrıya.. İçimden gelerek yalvardım yaşaması için. Ölümünü, yokluğunu ve onsuzluğu, düşünemiyordum. Onsuz hayat var edilmemiş gibiydi benim için. O olmazsa dünya yok olacakmış gibiydi. Bir yanım yok olurdu. Sonunda beni tutan ellerden kurtulduğumda hiç düşünmeden koşmaya başladım. Kendimi yetimhanenin içine attım ve uzun koridorda koşmaya devam ettim. Gri duman her yeri sarmış yer yer alevler içindeydi. Ciğerlerim yanmaya, göğsüm sıkışmaya başlamıştı. Merdivenlere ulaşamadan adımlarım yavaşladı, koşmayı bıraktım fakat yürümeye devam ettim. Nefes aldıkça ciğerlerime hançer saplanıyordu sanki. Seslenmek istiyordum, adını haykırmak ve onu bulmak istiyordum. Buradan birlikte çıkmak istiyordum..
Dudaklarımı araladım fakat kelimeler boğazıma takıldı. Sesim çıkmıyordu. Boğazım hızla kururken öksürmeye başladım. Elimi göğsüme vurdum. Sanki oradaki tıkanıklığı geçirecekmiş gibi öksürdükçe vuruyordum. Kirli duman en küçük hücreme kadar sarmıştı vücudumu. Ellerim buranın aksine buz gibiydi. Boğazım alev almış gibi yanıyordu. Gözlerimden akan yaşlar yanaklarımı ıslatıp geçiyordu. Başım dönmeye başlamıştı. Sanki duvarlar da benimle birlikte dönüyor, ölümüme ortak oluyordu. Olduğum yerde çöktüm. Dizlerim soğuk zemine çarptığında bu soğuktan bir daha ayrılamayacakmış gibi hissettim. Gözlerim kararırken nefes almak için çabalamayı kestim. Vücudum yere devrilirken kafamı beton zemine çarptım ve derin uykuya daldım. İçinden çıkamayacağım bir rüyaya...
*
Hava yağmurluydu. Şimşek göğü yarıp gürlüyordu. Bulutlar ardı arkası kesilmeyen iri su damlacıklarını yeryüzüne salıyordu. Güneş ışığını kaybetmiş yerini Ay'a bırakmıştı. Yıldızlar ise yerini siyah bulutlara bırakmıştı, bu gece süslemiyorlardı gökyüzünü. O ise karşımda dikilmiş bana bakıyordu.
Hırkasının kapüşonunu örtmüş fakat yüzünün ıslanmasını engelleyememişti. Saçlarının uçları ıslanmış tel tel alnına dökülmüştü. Uzun siyah kirpikleri ıslakken daha dikkat çekici olmuştu. Kalın dudaklarının arasından verdiği sıcak nefesi buhar olup yüzüme çarpıyordu. Yüzlerimiz çok yakındı. Dikkatle gözlerine bakıyordum fakat yine de en ufak ışık parçası göremiyordum. Çok derin ve karanlık bakıyordu. Büyük gürültüyle çarpan şimşeğin aydınlattığı havada yüzünü daha net görüyordum. Yanakları soluk tenine meydan okurcasına pembeleşmişti.
Burnunu çekti ve konuşmak için boğazını temizledi. Dudaklarını araladığı sırada şimşek göğü yardı. Aynı anda kafamızı kaldırıp gökyüzüne baktık. Daha sonra onun sakin sesini duydum, "hazır mısın?" dedi. Gözlerine bakıp gülümsedim...
*
"Pera! Uyan Pera!" kendi adımı duyuyordum. Beynimin içinde yankılanıyordu. Yada beynim haykırıyordu. Olduğum yerden kalkıp yola devam etmeliydim. Ona söz vermiştim, onu bu yolda yalnız bırakmayacağıma söz vermiştim. Bedenim sarsılmaya başladı. "Pera!!" diye haykırdı bir kez daha. Yerimde sıçrarken bir anda gözlerimi açtım. Bulanık görüyordum. Gözlerimi ovuşturup kafamı kaldırdım. Etraf netliğini kazanırken hemen başucumda Alin'in olduğunu fark ettim. "Pera Tanrı aşkına" diyerek kollarını boynuma doladı. "Ölüyorsun sandım." dedi. Nefes alış verişlerim yavaşça düzene giriyordu. Yorganı üzerimden ittim ve yataktan kalktım. "Pera kabus mu gördün? Boğuluyor muydun? Kime sesleniyordun? söylediğin ismi anlayamadım." dedi. Hangi ismi söylediğimi, neye seslendiğimi bende anlamamıştım. Tek düşündüğüm fazla gerçekçi oluşuydu.
Alin'e bıkkın bakışlarımı atarak dolabımın kapağını açtım. Odada ikimizden başka kimse yoktu. Alin konuşmaya devam ediyordu bense hala gördüğüm rüyanın etkisindeydim. Onu dinleyemiyordum. Altımdaki pijamayı çıkarırken dolaptan siyah taytımı aldım. "Bak Pera bende kabus görüyorum ama hepsini sana anlatıyorum. İçim rahatlıyor anlatınca. Sende anlat bak rahatlayacaksın. Etrafta donuk bakışlarla geziyorsun." Üzerimdeki pijamayı çıkardım, dolaptan kazağımı almak için döndüğümde Alin sustu. Sırtımda elini hissettiğimde sargı bezlerinin üzerine dokunduğunu anladım. Ona döndüğümde gözleri dolmuştu. "Çok acıyor mu? Bu kadar çok sardıklarına göre çok derin olmalı.." dedi titreyen sesiyle. Ona sarıldım. Şuan yapabileceğim tek şey buydu çünkü. "Acımıyor." Dedim. "Yalancı. Acımaz olur mu hiç?" dedi kızgın ama bir o kadar yumuşak ses tonuyla. "Bunu yalnızca bir kez yaşadım ve.." devamını getirmedi, getiremedi. Çünkü biliyordum. Ne kadar acı verici olduğunu biliyordum. Onun yerine benim de canım yanmıştı o zaman. Onun döktüğü gözyaşlarını ben silmiştim. Onun acısını ben de hissetmiştim.
Şimdi ise ne kadar çaresiz hissettiğini ve ne yapacağını bilememesini anlıyordum. Bu kadar üstüme gelip soru sormasını anlıyordum. Çünkü ben ağlamıyordum. Konuşmuyordum. Anlatmıyordum ne kadar canımın yandığını. Çünkü bilmiyordum nasıl anlatılır. Bilmiyordum neler söyleyerek acı ifade edilir. İçindekiler nasıl dökülür bilmiyordum. Çünkü bilmiyordum birine nasıl sığınılır...
Ondan ayrılıp, "bu kadar dram yeterli öyle değil mi?" dedim. Neşeden uzak gülümseme yerleştirdim yüzüme. "Şöyle yapma lütfen. Ne kadar yapmacık olduğu anlaşılıyor." dedi gözyaşıyla ıslanmış yanaklarını silerken. Onun bu üzgün halini görünce daha fazla üzülüyordum. "Sende ağlama o zaman. Canım yanmıyor bak yoksa ağlardım. Ağlamadığıma göre acımıyor." dedim. "Pera.. Sen hiçbir zaman ağlamazsın..." dedi gerçekleri yüzüme vururcasına. Bu diyalogdan sıkılmıştım. Derin bir nefes aldım, "acıktım. Kahvaltıya gidelim artık." diyerek bu konuyu burada kapattım.
***
Herkes kahvaltısını yapmaya başlamıştı. Alin ve ben geç geldiğimiz için görevlilerin kızgın yüz ifadeleriyle karşılaşmıştık. Ben önümdekilerin yarısını bitirmiştim ve kalkmak istiyordum fakat Alin bırakmayacaktı. "Bana öyle bakma Pera. Yemen gerekiyor vücudunun direncini daha çok kaybetmeye başladın." diyerek azarladı yine. "Midem almıyor gerçekten bak yarın söz hepsini yiyeceğim." diyerek ayağa kalktım. "Nereye?" diyerek benimle birlikte ayağa kalktı. Onu kırmak istemiyordum ama biraz yalnız kalmaya ihtiyacım vardı. Çok soru soruyordu ve düşüncelerimi birbirine doluyordu. "Biraz yalnız kalabilir miyim? Bahçeye çıkacağım." dedim. Bunu dememi beklemediği için biraz afallar gibi olsa da "tabii." dedi ve gülümsedi.
Bahçeye çıktığımda birkaç kişi dışında kimse yoktu. Hava soğuk ve kapalı olduğu için kimse dışarı çıkmak istemiyordu. Oysa soğuk her zaman iyiydi, en azından ben öyle düşünüyordum. Kendime gelmemi sağlıyordu. Her ne kadar üşüsem de hoşuma gidiyordu. Daha kolay düşüncelerime odaklanabiliyordum. Büyük çam ağaçlarının arasındaki banka oturdum. Ayaklarımı da bankın üzerine koyarak dizlerimi kendime çektim. Kollarımı bacaklarıma dolarken bileğimdeki bilekliği gördüm. Bunu bana kim verdi ve ne zaman verdi bilmiyordum. Tek bildiğim kendimi bildim bileli benimleydi ve asla çıkarmıyordum. Bir şey beni ona bağlıyordu ve atamıyordum. Rüyamda bana birinin bunu verdiğini görmüştüm. Ama ne rüyayı ne de rüyadaki kişiyi hatırlıyordum. Uyanır uyanmaz her şey yok oluyordu.
Bazen, "acaba başka birinin hayatını mı görüyorum?" Diye düşünüyorum. Ya da "ölüp burada yeniden doğdum ve rüyalarımda önceki hayatımda yaşadıklarımı mı görüyorum?" Diye de düşünmüyor değilim. İşte bu düşünceler delirmeye başladığımın göstergesiydi. Aklımı kaybedecektim sonunda. Bu dört duvar arası beynimi kemiriyordu resmen. Mantıklı tek bir şey bile düşünemiyordum. Ama az kaldı. Yakında artık buranın kan kokusunu solumayacaktı ciğerlerim...
Umarım beğenirsin. Aklında oluşan düşünceleri lütfen benimle paylaş. Çok mutlu olurum.. <3

ŞİMDİ OKUDUĞUN
TOCKA (+18)
Novela JuvenilHava yağmurluydu. Şimşek göğü yarıp gürlüyordu. Bulutlar ardı arkası kesilmeyen iri su damlacıklarını yeryüzüne salıyordu. O ise karşımda dikilmiş dikkatle bana bakıyordu. Hırkasının kapüşonunu örtmüş fakat yüzünün ıslanmasını engelleyememişti. Saçl...