Eriyen mum azalan zamanı gösteriyordu. Hızla eriyen mum kavanozun dibini kırmızıya boyamıştı. Eridikçe koyulaşıyordu rengi. Kanı anımsatıyordu. Mum bilseydi eriyeceğini, yanar mıydı? Peki ya ben, yanacağımı bildiğim halde atar mıydım kendimi ateşe? Ne için? Kimin için yakardım kendimi? Değer miydi başkası uğruna yanmak?
Başkası için kendini yakmak. Bir nevi kurban etmek. Tanıdık bir histi. Başkasının canı yanmasın diye kendi canını yakmak. Zaten acıyan bir can daha ne kadar acıyabilirdi ki? Alışmaz mıydı bünye? Bağışıklık kazanmaz mıydı acıya? Alışmanın dışına çıkmıştı artık bu beden. Fazlasıyla bağışıklık kazanmıştı. Öyle ki artık acının kendisi olmuştu. Acının beden bulmuş haliydim ben..
*
"Neden hep bunu yapıyorsun? Yani canın hiç mi yanmıyor?" Dediğimde hala gökyüzüne bakıyordu. Cevap vermedi. Alışmıştım böyle yapmasına. Çoğunlukla duymazdan gelirdi sorularımı. "Senin yerine benim canım yanıyor." Dediğimde yüzüme baktı. Bir kaç saniye öyle göz göze kaldık. Bana saatler gibi gelen saniyeler.. "Yanmasın." Dedi keskin sesiyle. Gözlerini gözlerime kilitlemişti.
Bankta bağdaş kurmuş karşılıklı oturuyorduk. Hava kapalı ve buz gibiydi. Bu havayı ikimiz de seviyorduk. Ellerimi ellerinin arasına aldı. Avuç içleri sıcacıktı. Onun elleri her zaman sıcak olurdu. Beni ısıtırdı hep. Varlığı bile içimi ısıtmaya yetiyordu.. "Üşümüşsün." Dedi ellerimi okşarken. "Üşümedim." Diyerek itiraz ettim. Dudaklarını burnuma dokundurdu, küçük bir öpücük bıraktıktan sonra geri çekildi. "Hasta mı olmak istiyorsun?" Dedi hafif azarlar tonda. Birden ayağa kalktı. Ellerimi bırakmadığı için bende kalkmak zorunda kaldım. Bu sırada gök gürledi. Kafamı kaldırıp gri bulutlara baktım, istemsizce gülümsemiştim. Yüzüme düşen birkaç yağmur damlası gülüşüme karşılık vermişti sanki.
Gözlerimi kapatıp derin bir nefes çektim içime. Bu koku huzurun ötesindeydi. Yağmur kokusu ve onun kokusu harmanlanmış ortaya büyüleyici bir koku çıkarmıştı. Huzurlu hissediyordum ve bu anın bitmesini hiç istemiyordum. Yağmur dinene kadar burada durmak istiyordum. Güler gibi bir ses çıkardığını duydum. Gözlerimi araladığımda yanılmadığımı fark ettim. "Ne?" Diyerek gülmeye başladım. "Islanmak ve üşümek hatta hasta olmak umurunda değil öyle değil mi?" Dedi. Bir süre cevap vermeden yüzüne baktım. Keskin yüz hattı her zaman kusursuz gelmişti bana. Dudak kıvrımı mükemmeldi. Kirpikleri büyüleyici güzellikte idi. Henüz on dokuz yaşında olmasına rağmen oldukça olgun gösteriyordu. Elimi yanağına koyup sakallarına dokundum. "Sen yanımdayken üşümüyorum. Asla hasta olacakmış gibi de hissetmiyorum." Dedim. Gülerek cevap verdi, "hissetmene zaman kalmadan hasta oluyorsun çünkü." Dedi ve aynı anda gülmeye başladık...
*
Gözlerimi şiddetli gök gürültüsü eşliğinde araladım. Yüzüme yağmur damlaları düşmeye başladığında oturduğum bankta uzanmış olduğumu fark ettim. Yavaşça doğruldum. Boynum tutulmuştu. Kafamı bir sağ bir sol tarafa yatırarak ensemi ovaladım. Kafamı kaldırdığımda bakış açıma bana doğru koşmakta olan Alin girdi. Endişeli görünüyordu. Yanıma geldiğinde, "Tanrı aşkına Pera! Derse gelmediğin yetmezmiş gibi bir de bu soğukta burada uyuyorsun!" diye azarlamaya başladı. Yağmur hızını attırırken ayağa kalktım. Alin koluma girip beni çekiştirmeye başladı. Benim hiç acelem olmamasına rağmen o koşuyordu.
İçeri girdiğimizde, "bunu yapmaktan ne zaman vazgeçeceksin?" dedi. Koridorda yürümeye devam ederken, "bilmiyorum Alin. Soğuk bana iyi geliyor. Beni kendine çekiyor ayrılamıyorum, anlayamıyorum da." dedim. "Yapma böyle lütfen Pera." diye cevap verdi. O sırada resim odasının önünden geçiyorduk. Durdum ve Alin'e dönüp, "biraz resim yapmak istiyorum." dedim izin alırcasına. "Peki, ben odadayım." dedi. Kafamı salladığımda yürümeye devam etti.
Kapıyı açtım ve içeri girdim. Bu odayı seviyordum. Boydan camları ormana bakıyordu. Çam ağaçlarının kokusu odayı dolduruyordu. Özellikle yağmur yağarken burada olmayı seviyordum. Camın hemen önündeki tabureye oturdum ve resim tahtasına boş beyaz kağıdı yerleştirdim.
**
"Kıpırdama" dedi dördüncü defa. "Yaklaşık bir buçuk saattir kıpırdamıyorum zaten, her yerim uyuştu." diye cevap verdim. "Mızıldanmayı da kes, sanat yapıyorum burada." dedi. Kendimi tutamayıp kahkaha attım. "Al işte! Bozdun her şeyi çok çirkin olacak şimdi." diye kızdı. Gülmemi durduramıyordum. Kaşlarını çatmış susmamı bekliyordu fakat o da gülmemek için kendini zor tutuyordu.
Elindeki fırçayı küçük masanın üzerindeki palete koydu. "Bitti ama sana göstermeyeceğim." Dedi kızgınca. Ayağa kalkıp yanına gittim. Hızlıca kağıdı eline aldı. "Göstermeyeceğimi söylemiştim." dedi bir elini havada sallarken. Kaşlarımı çatarak eline vurdum. "Beni çizip bana mı göstermiyorsun?" dedim kağıda uzanırken. "Çok çirkin olduğun için remim de çok çirkin oldu. Çöpe atacağım." dedi, bir yandan beni itmeye çalışıyordu. "yine de bakmak istiyorum, ver şunu." diyerek yine uzandım. Kolunu belime sararak beni kendine çekti. Yüzümüz çok yaklaşmıştı. Öylece gözlerine bakakalırken, "çöpte bakarsın." dedi ve güldü.
**
Saatin kaç olduğundan hiç haberim yoktu. Yağmur dinmişti. Ellerimle gözlerimi ovaladım ve kağıda baktım. Hiçbir şeye benzemiyordu. Karşımdaki manzarayı çizmeye çalışmıştım fakat önümdeki çizimle alakası yoktu. keyiften yoksun bir şekilde güldüm ve kağıdı buruşturup çöpe attım. Beceremiyordum fakat çizmek, bir şeyler karalamak beni rahatlatıyordu.
Resim odasından çıktım, düz koridorda ilerlerken görüş alanıma merdivenlerden inen Alin girdi. "Bende tam seni çağırmaya geliyordum." dedi gülümseyerek. "Yemek saati?" dedim ve onay almak için bekledim. "Evet, aç değilim canım istemiyor tarzı cümleler kabul edilmiyor." dedi. İstemsizce güldüm çünkü tam olarak aynı şeyleri bahane edecektim. O da güldü ve yürümeye devam ettik. Yemekhaneden içeri girdiğimizde az sıra vardı, biz de tabaklarımızı alıp sıraya girdik. Burada genellikle iştahım olmuyordu, zaten yemeklerin de tadı tuzu yoktu. Zaten Alin varken yemeklerden kaçamıyordum. Yemezsem ölecekmişim gibi davranıyordu. Korkuyordu da ölmemden. Bazen beni o yaşatıyormuş gibi hissediyordum. Onun uğruna yaşıyordum bir nevi. Beni hayata bağlayan oydu çünkü..
Devamı için lütfen destek ol sevgili okuyucu, buna ihtiyacım var ❤
ŞİMDİ OKUDUĞUN
TOCKA (+18)
Teen FictionHava yağmurluydu. Şimşek göğü yarıp gürlüyordu. Bulutlar ardı arkası kesilmeyen iri su damlacıklarını yeryüzüne salıyordu. O ise karşımda dikilmiş dikkatle bana bakıyordu. Hırkasının kapüşonunu örtmüş fakat yüzünün ıslanmasını engelleyememişti. Saçl...