Okuldan fırsat buldukça yazmaya çalışıyorum. O yüzden geç geliyor bölümler.
Babamın yeniden zorla giydirdiği montun uzun kollarını çekiştirmeme rağmen yine aşağı düşüyor, soğuk havaya rağmen heyecandan nemlenen ellerimin iyice ıslanmasını sağlıyordu. Heyecanlanmak, eskiden beri çok yaşadığım bir şey sayılmazdı. Hayatım belirli bir zamandan sonra sakin ve monoton ilerlemişti. Pek utangaç biri de sayılmazdım. Bu yüzden bazı insanların karnına sancıların girmesini sağlayan şeyler beni etkilemezdi.
Fakat şimdi içimde ilk okulda, herkesin önünde şiir okuyacak bir çocuğun heyecanı dolaşıyor, tüm kaslarımın titremesini sağlıyor, tatlı bir şekilde başımın dönmesini sağlıyordu. Bu hissi sevmiştim. Böyle hissetmeme sebep olan kişiyi ise her zaman biraz daha seviyordum. Her gördüğümde ilk kez görüyormuş, her kalbimi çarptırdığında ilk kez aşık oluyormuş, her dokunduğumda ilk kez dokunuyormuşum gibi hissediyordum.
Görüşmeyeli bir günden az oluyordu belkide ama zamanımız dip dibe geçerken bir anda kendimi onsuz uyuyor olarak bulduğumda, sanki bir daha yan yana olamayacak korkusu nüksetmişti içimde. Annemin yaptıkları ve yapacakları düşünme yetimi kaybettirmişti bana. Böyle hissetmem ilk defa birisine bu kadar büyük bir aşk beslememden mi kaynaklanıyordu bilmiyorum. Tek bildiğim kim yaşarsa yaşasın içinde büyük depremlere sebep oluyordu. Bir insana böyle tutulmanın, aşık olmanın bu denli can yakıcı etkileri olduğunu bilmezdim. Sanki daima gülecek, birbirlerini sevecek, elleri hiç ayrılmayacaktı. Ama anladığım bir diğer şeyse; her sevenin ayağı mutlaka bir taşa takılıyordu. Taşın küçüklüğü veya büyüklüğü önemli değildi. Her taş büyük bir sarsıntı sebebiydi.
Okul bahçesinde üzerimde bilmem kaç beden büyük bir montla yürümem birkaç meraklı insanın ilgisini kısa bir zaman için çekiyor, daha sonra pekte acayip bir şey olmadığından işlerine geri dönüyorlardı. Yada ben öyle düşünüyordum. Bunun sebebi şu bir iki gün önce ettiğim kavga da olabilirdi. Hayal kırıklığına uğramıştım. Bu olayın kısa zaman içinde unutulmasını umut ediyordum. Ama anlaşılan insanların dikkatini diğerlerinin hayatı çok çekiyordu.
İstemsizce bir iç çekip hala dikkatli gözlerle, uzaktan Mert ile hep buluştuğumuz yeri incelerken birkaç kişinin de olduğunu fark etmiştim. Hem biraz bozuk olan, hem de rüzgardan yaşaran gözlerimle kimin kim olduğunu seçemiyordum. Ama o kişilerden birinin Mert olmadığına emindim. Tanırdım çünkü. Ne olursa olsun herkesin içinden sevgilimi ayırt edebilirdim. Nasıl yapardım bilmiyorum ama yapabilirdim işte. Sanki önüme bin tane Mert koysalar aralarından gerçeğini elimle koymuş gibi bulabilirdim. Aşkın etkilerinden biri de buydu sanırım.
Görünürlerde istediğim kişiyi göremesem de hala inatla oraya doğru yürümeye devam ediyordum. Beni beklediği ihtimaline tutunuyordum. Ve tam da beklediğim gibiydi.
Elinde kabanımla duvarın dibine çöken sevgilimi gördüğümde heyecanla gülümseyip montun içinde kalan ellerimi birbirine sürttüm. Öylece oturmuş önüne bakıyor ve kıpırdamıyordu. Mert deli dolu biriydi, gülümserdi, gülümsemeyi severdi. Ayrıca gülümsetmeyi. Şimdi suratındaki bu donukluğun sebebi olmak benim de mutsuz olmamı sağlamış, kendime kızdırtmıştı.
Ona doğru ilerlerken daha fazla bu şekilde oturmasına dayanamayacaktım. "Mert," diye seslenip zorlukla onun dikkatini çektiğimde ayağa kalkıp onun da bana doğru ilerlemesini sağlamıştım ve az önce babamın arkamdan bizi izlediğini bildiğim için utangaç giden adımlarım arsızlıkla hızlanmıştı.
Babamın beni desteklediğini biliyordum ama bu kadar yakından bir eş cinsel ilişkisine şahit olması ve bunu nasıl karşılayacağından pek emin değildim. Ama şuanda o bile umurumda değildi çünkü o çok özlediğim sevgilim şimdi bana sarılmak üzereydi. Diğer şeyler beni pek etkilemiyordu şimdi, şuan.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
2HEART (girlxgirl)
Teen FictionEşcinsel hikayesidir. Homofobik olanlar lütfen az ötede dursun. -25.01.2017- -14.11.2017-