Çok uzak olmayan, fakat yakın da sayılmayan bir zamanda yaşayan iki kadın ve onların dev aşkının masalı. Ve masal olamayacak kadar da gerçeği...
Bir gün, bir kadın çok sevdiği, yıllardır kendisine eşlik ettiği beyaz güvercininin ayağına, bir not tutturmuş. İstediği şey, güvercinini gökyüzüne bırakmak, notunu kendi gibi yalnız, konuşmaya, yeni birine ihtiyaç duyan birine ulaştırması için onu serbest bırakmakmış. Çok büyük umutlara sahip olmasa da buna ihtiyacı varmış ve beklemekten başka bir çaresi yokmuş. Ona geçmişindeki hatalarını unutturacak, yaralarını saracak, aynı şekilde kendisinin de yarasını sarmak isteyecek birini istiyormuş. Yorgunmuş.
Beyaz güvercinin başına kondurduğu öpücüğün ona şans getirmesini dileyerek parmaklarını serbest bırakmış. Güvercin açık mavi gökyüzünde bir süre süzüldükten sonra uzaklara yol alarak gözden kaybolmuş. Kadının içinde minik bir heyecan filizlenmiş.
Günlerce beklemiş kadın. Hem pişmanlıklarına, hem de mutluluklarına vesile olmuş beyaz güvercinin geri dönmesini, ve ayağında notu olmasını inançla beklemiş. Her sabah, gün ağarmadan pencerisine koşar, güneş battıktan uzun zaman sonra ayrılmış oradan. İçindeki minik inanca tutunmuş.
"Biliyorum, notuma cevap verecek birileri var.."
Günler böylece sürüp gidiyormuş. Her gün biraz daha eksilmiş umudu. Ne ona cevap verecek birisi, ne de kendisiyle aynı hisleri taşıyan birisinin varlığının olmadığına inanmaya başlamış. Kırılmış kadın.
Yeni bir günün ilk ışıklarında isteksiz adımlarla yine belirmiş kendiyle konuşmalarına şahit pencere pervazında. "Son kez," demiş. "Son kez buradayım." İçindeki umut kırıntıları geçen saatlerle birbirini kemirmiş, ilk gün heyecandan ayakta duramayan kadının bu sefer mutsuzlukla bacaklarındaki gücün tükenmesini sağlamış. Tek istediği kendisine bu yorucu hayatta eşlik edecek birileriymiş. Etrafındaki kimse eskisi gibi hissettiremiyormuş.
"Belki yeni birilerini tanırsam daha çekilebilir olabilirdi diye düşünmüştüm."
Kadın, oturduğu pervazdan ağır hareketlerle kalkıp son kez bakmış yavaş yavaş yıldızlanmaya başlayan gökyüzüne. Hem kadim dostunu, hem de bir daha asla varlığıyla heyecanlanamayacak umutlarını kaybetmiş. Ne gelen varmış, ne de bir daha giden olacakmış.
İçinde gittikçe büyüyen hayal kırıklığının yüzüne yansımasına engel olamayan kadın, günlerdir açık duran penceresini kapatıp arkasını dönmüş. Artık beklemenin bir anlamının olmadığını düşünerek kuşunu bıraktığı odasından çıkmak üzereymiş ki arkasından gelen tıkırtılar ile duraksayıp sesi bir kez daha duymak için nefes almayı kesmiş.
Aynı tıkırtı bir kez daha kulaklarına iliştiğinde hızla çıktığı odasına geri dönmüş ve penceresine koşmuş.
Camın ardından ona doğrultulan tanıdık minik bakışlar ile karşı karşıya gelen kadın yüzünü terk eden gülüşünü yeniden dudaklarına oturtmuş, büyük bir sevinçle günlerdir hasretini çektiği beyaz güvercinini içeri almış. Kadın, güvercininin kar beyazı tüylerini sevip, okşarken geri döndüğü için deli gibi mutlu olmuş, minik ayaklarına bağlanılan farklı renkteki kağıdı gördüğünde ise sesli bir nidanın ağzından kaçmasına engel olamamış.
Küçük dostu ellerindeymiş, hem de yeni biriyle.
Kadın, o gece önce yorgun küçük güvercinini dinlendirmiş, daha sonra uzun uzun notuna karşılık gelen cevabı okumuş. Ne yazacağını bilmiyormuş. Bu o kadar garip bir duyguymuş ki, kadın kendisinden uzakta olan yabancı birinin onu bu hale nasıl getirebildiğini düşünüyormuş.
Sabaha kadar yeni arkadaşının nasıl biri olacağını düşünüp durmuş, sürüsüyle mektup yazıp yırtmış kadın. Ama sonunda bir tanesinin uygun olacağı kanaatine varmış sabah olunca da yorgun kuşuna üzüle üzüle mektubunu ona ulaştırması için yeniden gökyüzüne bırakmış.
Günler, haftalar hatta aylar böyle geçip gidiyormuş. Her geçen gün bu iki kişi birbirine daha çok bağlanıyor, daha da özlem duymaya başlıyorlarmış. Aralarındaki mesafe dar ediyormuş yaşadıkları yerleri onlara. İkisi de her şeyi yapacak kadar cesaretli, fakat yapamayacak kadar da çaresizlermiş. Üstelik güzel, beyaz güvercin güçsüzleşiyormuş gittikçe. Kadın üzgünmüş. İçindeki mutluluğunun bir parçası hüzüne dönüşüyormuş.
Kadın, göndereceği mektubunda onu çok özlediğini, sürekli konuşmak istediğini fakat kadim dostunun fazlaca yorulduğundan bahsetmiş. Belki birlikte bir fikre ortak olur ve aralarındaki iletişiminin kesilmemesini sağlarlar diye düşünmüş. Ve tamda istediği gibi olmuş.
Sesini duymadan, yüzünü görmeden, kokusunu dahi bilmeden vurulduğu kadın onun için bir sürü güvercin bulduğunu, hiç birinin bitkin düşmesini sağlamadan konuşabileceklerini söylemiş yeni, beyaz tüylerinin üzerinde tatlı kahve benekleri olan güvercin ile gönderdiği mektubunda.
Birbirinden uzak olan, çehresine aşina olmadan aralarında bir aşk besleyen bu iki kadın her gün biraz daha beslemiş, önüne geçilemeyecek kadar dev bir duyguya çevirmişler.
Ondan başka kimseyle konuşmak istemeyen kadın, her gece kendiyle gurur duyuyormuş. İlk defa pes etmediği için, günlerce sabrettiği için. Kaybolmasından korktuğu umudunun ona böyle bir hediyeyi bahşetmesini sağladığı için...
İki kadın da aralarında, sanki her geçen gün hasretle büyüyen mesafeyi düşünemez, birbirlerinden başka kimseyi göremez olmuşlar. Bu öyle güzel bir aşkmış ki ikisi de korkar olmuş. Sevgilerinin birbirlerini incitecek duruma gelmesinden.
Bazen üzülmüş bazen ağlamışlar. Ama kimse vazgeçmemiş bu saf sevgiyle büyüyen, dev aşktan. Çünkü biliyorlarmış ki, yine yaralarına merhem olacak kişi kendilerinden başkası değilmiş. Onları üzenin bu aşk olmasına bile razılarmış. Bu öyle bir aşkmış ki, çektikleri acıya bile aşıklarmış.
Kadının en mutlu olduğu şeylerden birisi de sevdiğinin aynı şeyleri, aynı onun gibi kendisine hissetmesiymiş. Her yazdığı mektubunda, ona olan aşkını anlatırken kendini kaybedişinden, konuyu unutup bir anda duygularında kayboluşundan belliymiş. Aralarında dağlar, yollar var iken sımsıkı sarılıymışlar...
Onların bu amansız hallerini görenler şaşırıp kalıyor, şaşırmayanlar ise kırıcı bir şekilde bu duyguların geçici olduğunu kabul ettirmeye çalışıyormuş. Kimse uzak olsalar bile iki insanın birbirine kalpten bağlanacağını düşünemiyormuş. Çünkü kimse gerçekten sevmenin ne demek olduğunu bilmiyormuş. Birbirlerinde kaybolan bu iki kadın ise her şeyi en baştan öğreniyormuş.
Birlikte yıllar geçirmişler. Artık mesafeler o kadar önemli değilmiş onlar için. Onları bu aşktan vazgeçirmeye çalışanlar ise bu güçlü bağı fark edip bir kenara çekilmişler. Artık ne uzakların konusu geçiyormuş ne de başka birinin sözü.
Çünkü zaten aşkta önemli olan da buymuş. Bir insanın dış kabuğuna değil de, ta kalbinin derinliklerini sevmekmiş. O derinlikleri görebilme şansını ise sadece gerçekten sevenler yakalayabiliyormuş. Zira kimse sevmediği birinin ne dışını, ne de içini merak edermiş.
Bu iki kadın, belki de dünyanın en özel insanlarıymış. Çünkü yaşadıkları yerde insanlar güzellik kavramının delisi, bırakın görmemeyi, gördükleri insanların bile dışıyla içini birbirine katan bencillermiş. Kimse için bir insanın kalbi önemli değilmiş. Ve onlar bu bencil dünyada varolmuş, en kıymetli aşıklarmış.
"Bir annenin çocuğundan çiçek alması gibi onunla konuşmak, cümle başı saksılarca...
Bu yüzdendir sersemliğim, kollarının sarışındandır hoşluğum ve tutkumdandır sarhoşluğum."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
2HEART (girlxgirl)
Roman pour AdolescentsEşcinsel hikayesidir. Homofobik olanlar lütfen az ötede dursun. -25.01.2017- -14.11.2017-