Bir zamanlar Halikarnas'ın olduğu köşeyi dönerken, yarım saati geride bırakmıştık. Kalabalıkla bir arada hareket etmek zordu. Bora, uzun boyuyla ve atletik yapısıyla kalabalığı kolaylıkla yarıp geçebiliyordu. Bulduğu her küçük boşluğu değerlendirerek kendinden emin adımlarla ilerlemişti ama ben, ona yetişmekte zorlanmıştım. Boyumdan şikâyet etmiyordum ama insanların gözü kördü. Sanki biri onlara sabaha kadar bedava bira dağıtacağının duyurusunu yapmış gibi saldırganca yürüyorlardı. Bora da sonunda bunu fark etmiş olacak ki hızını kesip tam manasıyla yanımdan yürümeye başlamıştı.
"Yoruldun mu?" diye sorduğunda, eski yerimizden uzaklaşalı beri ilk defa konuşmuştu. Sesimi çıkarıp büyüyü bozmak istememiştim açıkçası. Onun yanında yürürken etrafı incelemek hoşuma gitmişti. Çevremde gördüğüm tüm güzellikleri onunla paylaşıyormuşum gibi hissediyordum. İçimden öylece çıkıveren bu yeni romantik yanım beni korkutuyordu. Kendime heyecandan ayaklarımın yere basmadığını da itiraf edebiliyordum kolaylıkla. Daha çok süzülüyordum. Ya da kısa bacaklı, yaylanarak yürüyen bir tür kuşa da benziyor olabilirdim.
"Hayır," dedim ve bu kesinlikle yalan değildi. On kilometre daha yürüyecek olsak nefesim bile zorlanmadan beni sürüklediği yere keyifle gidebilirdim. Bana zeytin dalı uzatmıştı. Sonunda. Bu değerliydi. Kendime, hislerime, kalbime olan inancım geri gelmişti.
"Geldik sayılır." Tekne turlarının kalktığı iskelenin önünden geçtikten sonra sağımızda çok daha sakin bir sahil olduğunu gördüm. Halk plajlarından biriydi muhtemelen. Kimsecikler yoktu diyemezdim ama eski yerimiz gibi de istila edilmemişti.
"Oraya mı gidiyoruz?" diye sorarken işaret parmağımı sahile doğru kaldırdım.
"Evet, ama biraz daha ilerisine..."
Markete uğramamıştık. Bu gece alkol yoktu anlaşılan ve bu da benim için muhteşem bir gelişmeydi. İçmekten sıkıldığımdan değil, onun bu gece içkiye ihtiyacının olmadığını düşünmesindendi bu muhteşemlik.
Belki bir beş dakika daha yürüdükten sonra üç basamaklı taş merdivenden inip çakıl taşlarla karışmış kumlara ayak bastık. Bir an için olduğum yerde kalıp gözlerimi kapadım. Sesler daha uzaktaydı. Bir filmde, arka planda çalan müzik gibi... Uğultulu ama dinlendirici... Işıklar üzerimize düşmüyordu. Gözlerimizi yormuyor bizi karşımızdaki güzelliğe karşı kör etmiyordu. Derin bir nefes aldığımda o tuzlu koku genzime doldu. Bir de... Evet, bir de Bora'nın kokusu. Tarif etmekte zorlandığım ama bana sadece yazı anımsatacak o baharatlı ama tatlı koku... Zevkle gülümsedim. Bundan daha güzel bir gece hayal edemezdim.
"O kadar mı çok sevdin?" Sorusunun ardındaki şaşkınlığı algılamamak imkânsızdı.
"Evet. O kadar çok sevdim."
"Sanırım buralı olmadığın için."
Kıpırdamasam da yan gözle baktığımda iki kaşının da hafifçe kalktığını gördüm. "Bilmem," dedim. "Sence de o kadar sevmeye değmez mi?" İki elimi de denizin, gökyüzünün etrafında gezdirirken sanki doğayı selamlıyormuş gibi görünüyordum.
Cevap vermedi ama dönüp de gözlerinin içine baktığımda benim gibi düşündüğünü yakalayabildim. Burayı seviyordu. Sessizliği, huzuru, doğanın bir parçası olabilmeyi başardığı her anı seviyordu. O yüzden buraya kaçıyor ve saklanıyordu.
Biraz daha ilerleyip denize oldukça yakın bir duvarın önüne oturup sırtını serin taşlara yasladığında acele etmeden yanına gittim. Çantamı yere atıp yanı başına oturdum. Saniyeler, dakikalara dönerken mutluluğum sarhoş etti beni. Sanırım. Dilim çözüldü.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sen Aydınlatırsın Geceyi (TAMAMLANDI)
General FictionGüneş yükseldi. Küçük şehrin ışıkları söndü. Şarap bitti. Son sigarasından son bir nefes doldurdu ciğerlerini. Ayağa kalktı sanki hiç içmemiş gibi. Günlerdir uykusuz değilmiş gibi. En çok da canı yanmıyormuş, kendini bıraksa iki büklüm yere yığıl...