BÖLÜM 7/2

11.1K 773 24
                                    

"Nefes al, canım," dedi başparmağını alt dudağımın kenarında gezdirirken. Eğilip yanağımdan öptü. Dudakları ardında yakıcı izler bırakarak şakağıma oradan, burnuma, oradan da diğer yanağıma bir yol çizdi. En son dudaklarımda durdu. Önce bir kere dokundu. Sonra bir kere daha... Hepsi birbirinden yumuşak hepsi birbirinden tatlı beş küçük öpücük. "Neden bu kadar şaşırdın?"

"Şaşırmadım."

"Yalancı," dedi gülerek. Geri çekilip sağ elini sol elime doladı. "Gel."

Solumuzdaki merdivenleri ve antreyi geçip tam karşımızdaki odaya doğru yürürken gözlerim görebildiği her noktaya temas etmek için dönüp duruyordu. Onun evindeydim. Her şeyi bilmeli, öğrenmeli, onu tanımak için elimdeki fırsatların hiçbirini kaçırmamalıydım.

Odaya girince buranın aynı bizim evdeki gibi açık mutfaklı kocaman bir salon olduğunu gördüm. Tabii ki bizimkinin aksine oldukça rahat döşenmişti. Kapının ağzında, bulunduğum noktadan sırtı bana dönük olan üç kişilik büyük kanepe, eski tip ama yenilendiği de belli olan bir şöminenin karşısına yerleştirilmişti. Şöminenin üzerinde duran iki adet çerçevede kimlerin yer aldığını görmek istesem de direk oraya yönelmeye çekindim. Bu merakımı daha sonra giderecektim. Şöminenin sağında kalan duvarda içinde en fazla on tane kitabın olduğu ufak bir kitaplık vardı. Hemen üzerine asılı resim kimin elinden çıkmıştı bilmiyordum ama beyaza boyalı klasik Bodrum evinin bir duvarını saran begonvilin canlıymış gibi hissettirdiğini rahatlıkla söyleyebilirdim. Salonun neredeyse ortasında yer alan şöminenin önüne atılmış, yerdeki kırmızılı, kahveli, koyu sarı tonlarla işlenmiş devasa kilimin sol tarafında bir de iki kişilik bir koltuk duruyordu. O koltuk ise şimdilik kapalı perdeler ardına saklanmış balkona bakıyordu. Dikdörtgen orta sehpa, masif ahşaptandı ve koyu cilası parlıyordu.

Mutfakla salonunun birleştiği noktada dört kişilik yemek masası, yine bulunduğum yerden bakıldığında şöminenin solundaki küçük pencerenin olduğu duvara yaslanmıştı. Herhangi bir kadın elinin değmediği belli olan dağınık mutfağı, kesinlikle pis görünmüyordu. Yalnızca kullanılmış bardaklar, iki, üç tane tabak, bira şişeleri ve yarım yamalak tüketilmiş abur cubur paketleri tezgahın üstüne yayılmıştı. Ocağın yanındaki kahve makinesinde duran karafın içi kahveyle dolu olsa da belli ki taze değildi. Kahve kokusu yerine odaya sinen azıcık sigara kokusu dışında, salon havasızdı.

Güneşin girmesine izin vermek için perdelerin çekilmesi ve deniz kokulu tertemiz havanın içerideki boğukluğu yok etmesi için pencerelerin açılması gerekiyordu.

"O kadar mı kötü?" diye sordu Bora birden. Belli ki bakışlarımı doğru okumayı başaramamıştı.

"Biraz havalandırdıktan sonra mükemmel olacak." Gözlerimi ona çevirip yanına doğru yürürken gülümsedim. "Burası sıcacık. Ev gibi hissettiriyor. Olması gerektiği gibi."

Sağa doğru eğim alan kafası rahatladığını gösteriyordu sanırım. Güldü. "Bekar biri için fena değil diyorsun?"

"Mükemmel dediğimi hatırlıyorum." Yanından geçerken parmaklarımı çıplak kolunda gezdirip perdeleri açmak için harekete geçtim. "Sakıncası var mı?"

"Hayır, istediğini yapabilirsin. Kusura bakma. Eve sabah döndüm ve kimseyi beklemiyordum."

"Saçmalama Bora. Geleceğimi söylemediğim gibi beni evine almak zorunda da değildin." İyi ki kabul etmişti ama yoksa hayal kırıklığı içinde onca yolu nasıl dönerdim, bilmiyorum.

Arkamdan yaklaştığını hissedince perdeye uzanan elimi indirdim. Kolunu omzumun üzerinden uzatıp önce perdeyi kenara çekti sonra da ferforjeyle çevrelenmiş, en fazla dört kişinin oturabileceği minik balkonunun kapısını açtı. Sırtıma yaslanan göğsüyle ürperirken boğazım kurumaya başladı. Çok sıcaktı. Aşırı! Susamıştım ve Bora'nın yakınlığının susuzluğuma iyi geldiğini söyleyemezdim.

Sen Aydınlatırsın Geceyi (TAMAMLANDI)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin