Üzgünüm canlar, hazır olsa da bölüm yüklemem zaman aldı.
Öptüm çok! :*
***
İçimden üçe kadar sayıp kapıyı açmamla, "Sabaha kadar orada dikileceğini düşünmeye başlamıştım," dedi.
Cevap vermem zaman aldı. Yalnızca bir gündür onu görmemiştim ama o anda Sinem'e söylediklerimin gerçeği yansıtmaya yetmediğini fark ettim. Özlemiştim ama bu daha önce hissettiklerim gibi değildi. Kıyaslayabileceğim en ufak bir anım yoktu hatırlayabildiğim. "Yok, o kadar sabırlı değilim," demeyi başardım sonunda. "Bir, iki tane bira içmiş olsaydım daha da önce girerdim." Gülümsemeye çalıştım ama o yalnızca masanın arkasında yayılarak oturduğu yerden kıpırdamadan kafasını iki yana salladı. Bir önceki görüşümden daha bitkindi. Babasıyla kavga ettiği için mi? Keşke kolayca sorabilseydim ona. O da kolayca cevaplasaydı beni.
"Nasılsın?" diye sordum ne konuşacağımı bilemeyerek.
O ise direk konuya girip, "Neden buradasın?" diye sordu. Sanki cevabını bilmiyormuş gibi. Oysa benim için sorun değildi. İstediği kadar köşeye sıkıştırmaya çalışsın gayet açık sözlü davranabilirdim.
Odayı incelemek, nasıl bir yerde zaman geçirdiğini görerek ondan bir parça daha çalmak istesem de onu izleme isteğim daha ağır basıyordu. "Seni görmek için tabii ki," dedim dürüstçe. Kapıyı arkamdan kapatıp karşısındaki tekli, eski, koyu yeşil kumaşla kaplanmış koltuklardan birine oturdum. Onun yüzünü daha iyi görebileceğim açıda durana. Kalbimin yerinden çıkacakmış gibi atmasına keyifle tutundum. Beni heyecanlandırmasını seviyordum. Onu izlemeyi seviyordum. Daha önce hiç bu duygulara kapılmamışım gibi. Yeni gibi. Yanaklarındaki çukurları, morarmış gözaltlarını, bu bitik yüzüne büyük duran dudaklarının mutsuzluğunu, bir de yeşille sarmalanmış kahve gözlerini kaydettim zihnime. Sürekli yaşlarla dolup taşacakmış gibi duran hüzün topları bağlıyordu beni kendine.
"Bak," dedim onun karşı çıkan bir laf etmesine müsaade etmeden. "Sadece seni tanımak, seninle zaman geçirmek istiyorum. Senin özeline dâhil olmak, seni huzursuz etmek, ortalığı karıştırmak ya da ne gibi kötü şeyler bekliyorsan, onların hiçbirini yapmak gibi bir niyetim yok. Buraya yeni taşındım. Doğru düzgün kimseyi tanımıyorum. İki kere oturup üç kelime ettiğim insanları da tanıyorum diyemem ama seni tanımak istiyorum. Bu kadar. Bana bir söz vermeni falan beklemiyorum. Yanlış anlama. Beklentilerim yalnızca düşüncelerimden ibaret." Duraksadım. Tuhaf bakıyordu. Kaşları çatık, kafası sağa doğru eğik. Sanki dediklerimin tek kelimesinden bir anlam çıkaramamış gibi. "Anlatabiliyor muyum kendimi?" diye sorma ihtiyacı hissettim.
Belki birkaç saniye daha yüzüme boş boş bakmaya devam etti. Masanın üzerinde duran su şişesine uzanıp yarısını tüketti. Sonunda, "Evet," dedi. Peşinden gelen 'ama' beklenmedik değildi.
"Ama mantıklı değilsin. Beklentin yoksa benimle konuşmak gibi bir amacın da olmaz. Benden beklediklerini elde edemediğin anda bu tatlı tavırlarını bir çırpıda çöpe atarsın. Arkadaş olmamızı istemiyorsun. Bunu görememek için gerçekten kör olmam gerekir. Daha fazlası var içinde ama ben de diyorum ki bunu sana veremem. Kaçıp kovalanmak isteyen, gizemli çocuk tavırlarına büründüğümü sanma, lisede değiliz. Eeee? Ne için beni tanımak isteyesin o zaman? Anlaman gereken şu; istemiyorum. Babam müsaade etse çevremde bir tane insanın olmadığı bir yere kapatırdım çoktan kendimi. Dolayısıyla senin yeni biri olman bir şeyi değiştirmiyor. Benim tek istediğim yalnız kalmak."
Kurmak için sabırsızca beklediğim kelimeler boğazıma takıldı. Yutkunmakta zorlandım. Haklıydı. Beklentim yok demiştim çünkü onu kazanamayacaksam bile denemeye değer diye düşünüyordum ama bunu ona anlatmam pek mümkün görünmüyordu. Pes mi edecektim? Kendini kandırıyordu. İnsan yalnız yaşayabilecek ya da bunu gerçekten isteyebilecek bir varlık değildi. Buna inanmıyordum. Yalnızdı çünkü korkuyordu. Sevmek, emek ve zaman isterdi ve o kendini tükenmiş hissediyordu. Sözlerinin sertliği beni sarsmıştı ama durdurmaya yetmezdi. Bu kadar çabuk değil.
Neden, diye soracaktı Sarp. Neden, ne için mücadele ediyorsun? Aynı soruları bilmem kaçıncı kez sordum ben de kendime. Ne yazık ki verecek somut bir cevabım yoktu. Yalnızca hislerim vardı şu an aklıma da hükmeden. Bir de gözleri vardı, güldüğünü görmek istediğim. Kalbime oturan bu yarı hüzünlü yarı heyecanlı duygu tatlı geliyordu ruhuma. İhtiyacım olanı bulmuşum gibi huzurlu da hissettiriyordu aynı zamanda.
Sarp, kendimizi tanımayı öğrenmemiz için çok çaba sarf etmişti. Kendimi tanıdığımı düşünüyordum. Eksiklerimi ya da altın bileziklerimi biliyordum. Sarp için ateşe atlayacak kadar deli olduğumu da bir kedi için haftalarca gözyaşı dökecek kadar duygusal olduğumu da kabullenmiştim.
Bora'ya bu denli kafaya takmamın sebebini çözmeye başlamıştım. Fırat'tan yediğim darbeler sonucunda içime kapandığımda Sarp olmasaydı ne yapardım bilmiyordum. Onu yanımda istemediğimi düşünmeme rağmen beni bir an olsun yalnız bırakmamıştı. Yeri geldiğinde sabahlara kadar ağlamama müsaade etmiş, yeri geldiğinde sertçe karşıma geçip aklımı başıma toplamam gerektiğini dile getirmişti. Sarp'a ihtiyacım olduğunu, acım azalmaya başladıktan sonra fark edebilmiştim.
Yaşadığım basit bir aşk acısından başka bir şey olmamasına rağmen, ilk deneyimime yüklediğim anlamlar yüzünden kendimi kaybolmuş hissetmekten alıkoyamamıştım. Ve Sarp, her anımda yanımda olmuştu.
Bora da, az da olsa kendimi görüyordum sanırım. Yaraları benden daha derindi. Kalbini, uzayın en karanlık noktasında üşümeye terk etmişti belki de ama ben buradaydım. Hayat, bir şekilde onu karşıma çıkarmıştı.
Ya da yine her şeye fazla anlam yüklüyordum ve bu durumdan yara alarak çıkacaktım. Sarp'ın dediği gibi, bu da bir daha ki sefere daha akıllı olmamı sağlayabilirdi.
"Korkuyorsun," dedim. "Herkes gibi. Tek olduğunu zannediyorsun belki ama kusura bakma Bora, yaşanmışlıkları ağır gelen tek insan sen değilsin. Yalnız mı kalmak istiyorsun, peki. Kendini kandırmaya devam et. Mutsuzluk iyice işlesin içine." Ayağa kalktım. Onu ikna edeceğim gün, belli ki bugün değildi. "Zaman geçtikçe yoluna devam etmek daha da zorlaşacak. Emin ol, biliyorum. Ne kadar erken silkelersen kendini o kadar iyi. Ve evet, haklısın arkadaş olmak istemiyorum ama arkadaş olmayı başaramadıktan sonra geri kalanını oluşturmayı zaten başaramayız."
Onu, o odada, öylece bırakırken, bakışları artık eskisi kadar boş değildi. Bir yere, bir noktasına dokunmayı başarmıştım. Sonuç iyi mi olurdu kötü mü bilemezdim. Şansımı deniyordum sadece. Ama içim umutla doluydu. Güzel olacağını hissedebiliyordum. Gerçekten, kendimi mi kandırıyordum?
***
Bir sonraki bölümü düzenlemeye başladım bile. Yakında gelir.
Kucak dolusu sevgiler benden. <3
***
Facebook Sayfa: Zeynep Işıklar
Facebook Grup: Zeynep Işıklar'dan ~bookstealer~
İnstagram: zeynepisiklar / zeynepinkitapligi_
Twitter: zeynepisiklar
Snapchat: isiklarzeynep
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sen Aydınlatırsın Geceyi (TAMAMLANDI)
General FictionGüneş yükseldi. Küçük şehrin ışıkları söndü. Şarap bitti. Son sigarasından son bir nefes doldurdu ciğerlerini. Ayağa kalktı sanki hiç içmemiş gibi. Günlerdir uykusuz değilmiş gibi. En çok da canı yanmıyormuş, kendini bıraksa iki büklüm yere yığıl...