İnsan, karşısına ne zaman neyin çıkacağını bilemiyordu. Değil yıllar sonrasını, bir saat sonra sevinçten göklere mi uçacaksın yoksa ertesi gün acının dibine mi vuracaksın tahmin etmek imkânsızdı. Yalnızca umut edebiliyorduk. Mutlu olmayı, âşık olmayı, başarılı ve güçlü olmayı, yalnız olmamayı, sevilmeyi, aile kurmayı... Her gün o umutla uyanıyor, kimi zaman zafer kazanıp kafamızı yastığa huzurla koyuyorduk, kimi zaman elimiz boş dönüyorduk ve hazırlık yapıyorduk; bir sonraki gün yine umutla uyanabilmek için.
Ama hayat siyah ve beyazdan ibaret değildi ve ben ne yazık ki ara renklerin başladığı noktalardan birinde duruyor, hangi renge tamamlanacağımı görmek için bekliyordum.
Gökyüzünün en canlı maviye boyandığı, çiçeklerin şahane koktuğu, kalbimin bir kuşun kanatlarına eşlik edercesine çarptığı, bir şarkının en hüzünlü melodisinde bile olmadık bir şekilde gülümseyebildiğim o günler geride kalmıştı.
Bora, artık hem vardı hem yoktu. Bir sabah uyandığımda günlerdir alışık olduğum o günaydın mesajından mahrum kalmıştım. Bir sonraki gün yine ve sonra yine... Her gün onun adına bahaneler üreten saf kalbim ancak beş gün dayanabildi. Mesajlaşmalar bitti, aramalar azaldı. Zaten sık görüşemiyorduk; tüm bunlar nem kapmaya müsait aklıma fırsat verdi. Renk cümbüşünden bir anda arafa düşmüştüm. Kalbimin üzerine çöreklenen sinsi bir karanlık vardı ama diyorum ya umut etmeye bayılırız; pes etmedim.
Ona içimi dökmemin hata olduğunu düşünmek istemiyordum. Onu uzaklaştıran sebep bu muydu? O kadar mı korkuyordu kendini açıklamaktan? O kadar mı kötüydü söyleyecekleri? Ne olacağını düşünüyordu? Her şeyi anlattıktan sonra yanında durmayacağımı mı? Yoksa kendi mi daha fazla yanımda duramayacaktı?
Heyecanla hazırlanırken, içimdeki huzursuzluğu bastırmak için elimden geleni yaptım. Sarp'a durumumu çaktırmamak için canla başla uğraşıyordum zaten. Çünkü biliyordum ki gözleri her an üzerimdeydi. Yine yıkılacağımdan korkan o temiz kalbi sürekli kolluyordu beni. Kendime verecek cevabım olmadığı için Sarp'a herhangi bir şey açıklayamıyordum tabii.
Bir saat kadar sonra Sarp'la çıktık evden. Her şey yolundaymış gibi oradan buradan sohbet ettik yol boyunca. Bu geceyi planlayanın Sinem olduğunu ve Bora'nın beni ayrıca çağırmamış olmasını düşünmemeye çalıştım. Hatta ona günler sonra görüşebileceğimizi söylediğimde bunu olağan karşılamış olmasına da bozulmamalıydım! Belli ki Bora, kozasına yeniden sarılıyordu ve ben onu tamamen kaybetmemek için ne kadar süre daha dayanabileceğimden emin değildim.
"Hadi," dedi Sarp, arabadan inerken. Geldiğimizi bile fark etmemiştim.
Arabadan inip elbisemi ve saçlarımı düzelttim. Bu gece hangi noktada durduğumuzu anlayabilmeyi diledim. Derin bir nefes alıp sakinleşmeye çalışarak Sarp'ın yanına yürüdüm.
"İyi misin?"
"Evet," dedim. "Akşam fazla yedim sanırım."
"Tabağındakileri bitirmedin bile."
"Çok yemiş gibi hissediyorum ama..."
Kafasını iki yana sallayıp inanmadığını gösterdi ama üzerime de gelmedi. Geçit'e vardığımızda herkes oradaydı. Hatta hostes kızlarımızın hepsi oradaydı. Cansu ve Ayşe'yle uzun zamandır görüşmediğimiz için kucaklaştıktan sonra Sinem'e ve diğerlerine selam verip benim, hatta bizim için ayırdıkları tabureye oturdum.
"Bora nerede?"
"Odasındadır," dedi Sinem hemen. "Mesaj at istersen. Sen olmadan inmiyor ki yanımıza."
Hüseyin gülerek Sinem'i onayladı. "Ben geldiğimizi söylemek için mesaj attım ama yarım saat oldu inmedi aşağıya."
"Tamam," dedim gülümsemeye çalışarak. "Şimdi mesaj atarım."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sen Aydınlatırsın Geceyi (TAMAMLANDI)
General FictionGüneş yükseldi. Küçük şehrin ışıkları söndü. Şarap bitti. Son sigarasından son bir nefes doldurdu ciğerlerini. Ayağa kalktı sanki hiç içmemiş gibi. Günlerdir uykusuz değilmiş gibi. En çok da canı yanmıyormuş, kendini bıraksa iki büklüm yere yığıl...