Hande'yle Bodrum çarşıdaki Starbucks'ta oturmuş denize karşı soğuk kahvelerimizi içiyorduk. İkimizin de suratı sirke satıyordu. Kendi derdimin ne olduğunu biliyordum da Hande'nin nesi vardı, hiçbir fikrim yoktu. Geçtiğimiz on günde daha sık görüşmüş ve bolca sohbet etmiş olsak da sanırım bana özelini açacak kadar güvenmiyor ya da beni, kendine o denli yakın bulmuyordu.
Konuşacağımız herhangi bir konunun kısa süreliğine de olsa düşüncelerimi Bora'dan uzak tutacağına inandığım için Hande'ye abuk subuk sorular sorup duruyordum. O da hayatının kısır bir döngüden ibaret olduğunu söyleyip her seferinde konuyu bana çeviriyordu. Ben de üniversiteden, hayvanlara olan sevgimden ama okulun aşırı zorlu olduğundan, Ela'dan, Can'dan ya da Sarp'tan falan bahsediyordum.
Tabii bu konular eskimişti. Gündemdeki can alıcı konu Bora'ydı. Evine gittiğim o günden beri her gün mesajlaşıyor, telefonda konuşuyor, öğlen ya da akşam fark etmeksizin buluşup zaman geçiriyorduk. Her şey o kadar güzel ve normaldi ki kaçınılmaz olan o sancılı zamanının yaklaştığını hissediyordum. Ne Bora ağzını açıp bir kere daha Mine'den bahsetmişti ne de ben. Her seferinde bugün doğru anı yakalayıp konuşacağım desem de başaramamıştım. Bora o kadar tatlıydı ki aklımı başımdan alıyordu. Bodrum'un her sokağında elimi sımsıkı tutarak yürüyor, sık sık sarılıp kafamın üstünden öpüyor, gülümsemelerini artık bolca üzerime saçıyordu. Sarp, Sinem ve diğer birkaç kişinin olduğu bir masada bile benimle iki saatini geçirmişti. Hem de öyle sus pus oturarak değil! Ben de doğal olarak ağzımı açıp da büyünün bozulmasından korkar olmuştum.
Sarp, zamana bırak o halde, diyordu. Günü gelince elbet konusu açılır. İyiydi hoştu da bu şekilde de aramızda sürekli o kızın hayaleti varmış gibi hissetmekten alamıyordum kendimi. İlkokuldan beri tanışmak nedir arkadaş! Kim böyle bir zaman dilimiyle savaşa girebilirdi?
"Haydi, sor," dedi o sırada Hande. Soğuk kahvesini elinden bırakırken, oturduğu sandalyede dikleşti. Siyah kısa saçından uçuşan bir tutamı gergince kulağının arkasına iterken gözlerimin içine bakmıyordu. Daha çok kendi düşüncelerinin içerisinde kaybolmuş gibi bir hali vardı.
"Neyi?" diye sordum, ne demek istediğinden emin olamayarak.
"Neden canımın sürekli sıkkın olduğunu? Eşimden, Gökhan'dan neden bahsetmekten kaçındığımı?"
Zamanı gelmişti sanırım. Ama bunlardan önce sormak istediğim başka bir soru daha vardı.
"Neden hiç arkadaşın yok Hande? Az çok seni tanıyorum ve ne kadar sıcakkanlı olduğunu anlamam için aylar geçirmemize gerek yok. Herkesi senden uzak tutacak benim farkına varmadığım gizli bir kötü yanın olduğunu da sanmıyorum ama sen benden başka kimseyle görüşmüyor gibisin."
Buruk bir tebessümle baktı yüzüme. Kafasını sallarken, "Haklısın," dedi. "Gizli bir kötüm yanım yok ama arkadaşlarımın çoğuyla da senelerdir görüşmüyorum."
"Neden?"
"Gökhan yüzünden."
"Nasıl yani?"
"Gökhan kıskanç bir yapıya sahiptir. Sevdiklerimi kimseyle paylaşamam, der," dedi gözlerini devirerek. Bunu görmeseydim, çoğu kişinin benzer düşünceleri taşıdığını söyleyerek araya girebilirdim. Sustum, o da gözleri dalarak anlatmaya başladı. "Askere gitmeden önce, yani biz lisedeyken de kıskanç bir sevgiliydi aslında ama ben bundan yeteri kadar rahatsız olmuyordum. Seven erkek kıskanır ya... Gökhan'ın davranışlarını sorgulamayacak kadar tecrübesizdim. Bilirsin, kıyafetlerim fazla açık seçik ya da dikkat çekiciydi. Buna karışması anormal gelmedi çünkü çoğu arkadaşımın erkek arkadaşlarının da benzer tavırlar sergilediklerini duyuyordum."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sen Aydınlatırsın Geceyi (TAMAMLANDI)
قصص عامةGüneş yükseldi. Küçük şehrin ışıkları söndü. Şarap bitti. Son sigarasından son bir nefes doldurdu ciğerlerini. Ayağa kalktı sanki hiç içmemiş gibi. Günlerdir uykusuz değilmiş gibi. En çok da canı yanmıyormuş, kendini bıraksa iki büklüm yere yığıl...