Ta ta ta taaaaammmm!
Hızımız çok da kötü değil, değil mi? İyi okumalar hepinize. 😚
***
Üç gün sonra yine aynı sahildeydim. Pardon, sahildeydik. Biz. Benden birkaç adım ötede plaja ait plastik sandalyelerden birinde oturuyordu. Saat henüz gece yarısını geçmişti. Elinde bira değil yarısı dolu bir şarap şişesi vardı. Bu sefer içiyordu. Gözlerini kırpıyor, oturduğu yerde huzursuz hareketler sergiliyor, kimi zaman gözlerini kapayıp uzun ve derin nefesler alırken, kimi zaman hızlı soluklarına dizlerini döven parmakları eşlik ediyordu. Saçları karman çormandı. Mavi tişörtünün yerini soluk, siyah tişört almıştı. Gözaltları üç gece öncesine göre daha beter haldeydi; mosmor ve çökük. Hala gözlerinin rengini bilmiyordum. Sosyal medyada soyadını öğrenir öğrenmez her yeri talan etmiş ama içinde onun olduğu tek bir paylaşıma ulaşamamıştım. Bora Bahadır. Her şeyi silmiş miydi yoksa her zaman uzak kalan bir tip miydi?
Onu tanımak istiyordum. Denize döktüklerini bana açsa, dinlesem onu saatlerce. Ya da sadece sessizliğini paylaşsam... Bir şekilde yardım edebilmek istiyordum ona. Zamanında Sarp nasıl benim yanımda olduysa ben de Bora'nın yanında olmak istiyordum. Acı, paylaştıkça azalıyordu ve evet, belki saçmalık ama acısına ortak olabilmek istiyordum. Bunu kaldırabilirdim. Bu güce ve isteğe sahiptim. Neden? Ne önemi vardı ki nedenin? Ya da illa bir neden gerekiyor muydu?
Artık neler olduğunu az çok öğrendiğim için onu tartarak izleyebiliyordum. Hareketlerinin altındaki anlama sahiptim. Sevdiği kadını kaybetmişti. Korkunç bir motor kazasında... Sarp geçen akşamki yokluğumda o sarışın kızı sıkıştırmış ve ağzından birkaç laf almayı başarmıştı. Bir sene önce, yılbaşından kısa bir süre sonra sevdiği kız ve yakın arkadaşlarından biri uçurumdan aşağı yuvarlanmışlardı. Kız ölmüş, çocuk hayatta kalmıştı. Bora da hayata olan öfkesini o çocuktan çıkarmış, onu öldüresiye dövmüştü. Bu minyatür şehirde bu arkadaş grubu için her şey değişmişti. O geceden sonra Bora'yla iki kelimeyi bir araya getirip de doğru düzgün konuşabilen kimse olmamıştı. O kadar mı çok sevmişti? Yoksa kaybettiğin zaman değeri mi artıyordu? Belki de yalnızca hayatı sorguluyor, yaşayamadıklarına yanıyordu. Nedense hissettikleri hiç de bu kadar kolaymış gibi gelmiyordu.
Şarap şişesini kafasına diktikten sonra yere, kuma sapladı. Ayağa kalkıp bizden uzağa, sahilin soluna doğru yürümeye başladı. Adımları sağlamdı. Bir yudum içkinin izine rastlanmıyordu. Nereye gidiyordu? Yerimden kalkıp da beni fark etmesinden korkarak oturduğum yerden takip ettim onu. Neredeyse gözden yitirmek üzereydim ki durdu. Eğildi. Birkaç saniye geçti ve ayağa kalkıp yerine, sandalyesine doğru yürümeye başladı. Elinde sigarayla... Beni görebilirdi. Oturduğum şezlongda geriye doğru kayarak, gölgelerin arasına karışmaya çalıştım. Benden tarafa göz ucuyla bile bakmadan oturdu ve kaldığı yerden devam etti ufku izlemeye. Sigarasının ateşi parladı çektiği derin nefesle. Küskün dudaklarını yaladı. Boşta kalan elini saçlarının arasından geçirip şarabına uzandı. Sol bacağını sürekli sallıyordu. Gergindi. Neden? Üç gece önce oldukça sakinken neden gergindi şimdi? Bu akşam kötü anılar mı istila ediyordu zihnini? Kalbim sıkıştı onun bu mutsuzlukla sarılı çehresini izlerken. Yanına gidip sırtını okşamak istedim. Güzel yüzünde parmaklarımı gezdirip onu sakinleştirmek istedim. İyi hissetmesini sağlayacak birkaç kelime edebilirdim belki.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sen Aydınlatırsın Geceyi (TAMAMLANDI)
General FictionGüneş yükseldi. Küçük şehrin ışıkları söndü. Şarap bitti. Son sigarasından son bir nefes doldurdu ciğerlerini. Ayağa kalktı sanki hiç içmemiş gibi. Günlerdir uykusuz değilmiş gibi. En çok da canı yanmıyormuş, kendini bıraksa iki büklüm yere yığıl...