Her karanlığın bir umudu vardır derler. Umut, karanlıkta değil, içimizde belirirdi. Her karanlığın içinde umut olmaz. Çünkü bazı karanlıkların umuda ihtiyacı yoktur. Bazen onlar umut olur bizlere. Umut, her yerde aranmayacağı gibi her sevgide de aranmaz. Halbuki vücudumun her hücresi, umuduyla seviyordu. İçimi coşku ve şehvetle doldururdu her zaman. Ben, aşık olmak isteyen ama aşk aramayan bir adamdım. Bilirim ki yanlışlıkla da olsa da tesadüfen çalar kalbin kapısını. Ben gitmezdim hiçbir zaman ama tesadüf bir şekilde getirirdi bana. İnanırdım tesadüflere. Çünkü bir şeyin ansızın olması, olacağını bilmekten daha çok hayata bağlardı beni.
Eksik nokta şu ki; hayata bağlı değildim. Bilirim ki hayata bağlanmak için sarılı olmak lazım. Kollarım büyük bir boşluktayken, her gün daha çok yaklaştığım koyu karanlığa doğru giderken sarılamam. Evet bu kadar yorgun olmasam ve içimdeki tembelliği atabilsem. Ama bu yorgunluk ve tembellik bana mahsus değil ki! Her şeyi üst üste gelenlerde olur bu yorgunluk. Sizde de oluyor değil mi? Kendinizi yorgun hissedip üstünüze gelen duvarları karanlığa boyamak, sizde de oluyor değil mi? Çünkü o duvarlardaki yazıları görmektense büyük bir siyahlığın üzerinize gelmesini sizde tercih ediyorsunuz değil mi? Küçük bir sır; en büyük karanlığı biz hak ediyoruz aslında.
Ensemde ki hissettiğim müthiş bir sızı ile gözlerimi hafif araladım. Tüm vücudumu ele geçiren bir soğukluk vardı. Burası gerçekten çok soğuktu. Ben bu haldeysem kim bilir Gece ne haldeydi. Direkt,
"Gece." diye seslendim. Etraf karanlıktı ve ben onu göremiyordum. Ellerim ve ayaklarım bağlıydı ama ağzım bağlı değildi. Tuhaf. Demek ki bizi kimsenin bulamayacağı yere doğru getirmişlerdi. İyide bu adamlar kimdi. Daha doğrusu onlara bu emri veren kimdi?
"Efendim." Sesinde öyle itimatsızlık, öyle büyük yorgunluk vardı ki konuşan o değil de iple oynatılan perde arkası kuklası gibiydi.
"Üşüyor musun?" diye sordum. Yapabilecek bir şeyim yoktu ama ondan ses soluk almam benim üşümemi unutturmuştu.
"Soğuk hava deposunda olduğumuza göre?"
"Sen burayı biliyor musun?"
"Bilmemek elde mi? Sen bilmiyor musun?" Sesinde alaycı bir tavır vardı. Bu durumdayken de mi Gece?
"Eğer gözlerim zifiri karanlıkta da iyi görebilseydi, belki." dedim. "Aslında, hiçbir şeyini bilmediğim sevgilimi bile hissedebiliyorsam bu karanlık kesinlikle halledilir." Bende dalga geçercesine konuştum.
"Neyse en azından birlikte kaçırıldık." dedi. Aslında yalnızlığın tadını çıkarmak için iyi bir yer olabilirdi ama onu görebilseydim güzel olurdu.
"Biliyor musun Aytun? Ben gerçekten çok düşündüm. Şu yıldız meselesini. Hissizleştiğimi hissettim. Şu parlak yıldızlar ne anlama gelir buldum cevabını." dedi. Bir an nereden çıktı anlamamıştım. Merakla,
"Dinliyorum." dedim. O da bunu dememi bekliyormuş gibi konuşmaya devam etti. "Hissizleştiğim doğru. Çünkü ne bir sevinç ne bir hüzün. Her şeyimi yitirip böyle kalsam da biliyorum ki tek bir tüyüm diken olmaz. İnsan hak ettiği şeyleri düşündükçe daha çok hissizleşiyor, Aytun. Ama sen benim her şeyim değilsin. Sen kaybedebileceğim bir şey değilsin. Sen benim derin bir kuytumsun. Bilirim ki başıma ne gelse oraya sığınacağım. Ölsem bile. Sen benim en büyük sığınağımsın. Ve ben gökyüzünde daha parlak olacağım emin ol. Ben, senin gökyüzünde bir yıldız olmak için canımı veririm." Daha sana yeni kavuşmuşken seni benden sen bile alamazsın. Ben düşünürken bir anda kapı açılma sesi geldi. Büyük bir ekoyla,
ŞİMDİ OKUDUĞUN
HİÇLİKTEN GELEN SONSUZLUK
Teen FictionGece ile Aytun. Siyaha boyanmış iki kalp. Birbirlerinden oluşan tek ruh. Siyahın siyaha karşı çekimi. Birleştiklerinde hiçlikten gelen sonsuzluk bu dünya için fazla karanlık olacak. Peki kendi ütopyalarında buluştuklarında dünyaya nasıl aydınlık...