Uyandığımda saat sekizdi. Bu sefer beni kaldıran Emre faktörü ortada yoktu. Bende bu anın tadını çıkarmak için yatmaya biraz daha devam ettim. Gözlerim açık tavana bakıyordum. Tüm düşüncelerimin renkleri birbirine karışmıştı. İnsan, aşık olunca odasının tavanı bile böyle güzel geliyormuş, onu anladım. Dün Galata'dan çıktıktan sonra el ele tutuştuk ve o üç beyaz gülü ikimizin elinin arasına aldık. Saatlerce İstanbul sokaklarında dolaştıktan sonra Geceyi evine bıraktım sonra da kendi evime doğru yol aldım. Yorulmuştuk tabii ama o zaman hissetmemiştim bu yorgunluğu. Çünkü elimin arasında bana güç veren bir şey vardı. Şimdi öyle değil tabii. Kafamı kaldıracak gücü kendimde bulamıyordum. Bir şekilde kendimi toplayıp yataktan doğrulduktan sonra ayaklarım yere değecek şekilde oturdum. Saçlarımı karıştırırken dün aklıma geldiğinde sürekli gülüyordum. Bu sefer kendimi tam anlamıyla topladıktan sonra banyoya gittim. Duş aldıktan sonra dışarı çıkmak için hazırlandım. Bugün öğleden sonra ders vardı ve ben uzun zamandır aksatmıştım derslerimi. Aslında en baştan okulu durdurma gibi planlarım vardı ama hiçbir işi başaramadığım gibi bu işi de başaramamıştım.
Telefonu elime aldıktan sonra aklıma telefonumu Geceye verdiğim gelmişti. Bu sebeple kendimi arayacaktım. Kilit ekranını açınca ilk önce saate baktım. Saat on olmuştu. Sonra ekranın üstündeki yazı dikkatimi çekmişti. 'Lost my feelings' yazıyordu. Ekranı açtıktan sonra kişilerde kendimi buldum ve aramaya başladım. İlk aramamda açmadı, ikinci aramamda açmadı... Bu süreç kendini dokuza kadar tamamladı. Anlamadığım şey dün bu meseleyi hallettik sanırken neden başa alıyordu? Hani bu telefon ilk aramada açılacaktı Gece hanım. Anlaşılan dediklerimi dikkate alması için ona yapacaklarımı göstermem gerekiyordu. Evden çıkmadan önce motorumun ve evin anahtarını aldım. Telefonla birlikte cebime attıktan sonra evden çıktım. Bahçedeki otoparka baktıktan sonra motorumu en son Gecenin evinde unuttuğumu fark ettim. Hemen anayola çıktım ve taksi çevirdim. Adresi verdikten sonra kendimi ona karşı hazırladım.
Eve gelmem on beş dakikamı aldı. Bahçenin kapısını açtıktan sonra durdum. Kapıdan mı yoksa bacadan mı girsem diye düşündüm. Kapıdan girmek için çalmak gerekiyordu. Onun için odasının penceresinden girmeye karar verdim. Daha önceden çıktığım için şimdi zorlanmama gerek yoktu. Ağaçlardan tutup tırmandıktan sonra pencereden içeri doğru sızdım. Odasında yoktu. Telefonu da yastığının yanında gördüm. Muhtemelen telefon sesini dahi duymamıştı. Kilit ekranını açtıktan sonra 9 cevapsız aramayı gördüm. Merdivenlerden aşağı doğru indikçe burnuma güzel kokular gelmeye başladı. Kokuyu takip ede ede mutfağa doğru geldim. Arkası dönük bir şekilde yemek hazırlıyordu. Sessizce yanına gittim ve belinden sarıldım. Tabii sarılmamla elindeki tavayı kafama geçirmesi bir oldu.
○○○○○○○
"Acıyor mu canın?" Elimdeki buzu kafamdaki yaraya doğru tutuyordu.
"Sonuçta her gün kafama tava yemiyorum. İllaki acıyor. Belki öpersen geçer." dedim dalgın gözlerine bakarak.
"Şaka yapmanın sırası değil Aytun. Ama öyle geçeceğine inanıyorsan öperim." dedi. Elindeki buzu kafamdan çektikten sonra ayağa kalktı, eğildi ve hafif bir öpücük bıraktı.
"Biraz böyle dursana."
"Neden?"
"Saçlarının kokusunu biraz daha içime çekmek istiyorum." Saçları öyle muhteşem kokuyor ki ben bu kokuyu ne zaman içime çeksem yaşadığımı o anda hissediyordum. Elimi saçlarına hafifçe dokundurduktan sonra geri çektim. Gece benden uzaklaştı ve buzu tekrar yaramın üstüne koydu,
"Sen nasıl girdin evime. Hadi girdin diyelim ne diye sessizce sarılırsın ki. Doğru söyle evimde bir ajan mı var?" dedi. İşaret parmağını bana doğru tuttuktan sonra kocaman gülümsedim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
HİÇLİKTEN GELEN SONSUZLUK
Teen FictionGece ile Aytun. Siyaha boyanmış iki kalp. Birbirlerinden oluşan tek ruh. Siyahın siyaha karşı çekimi. Birleştiklerinde hiçlikten gelen sonsuzluk bu dünya için fazla karanlık olacak. Peki kendi ütopyalarında buluştuklarında dünyaya nasıl aydınlık...