Müzik: Dervish Service, Okay Temiz. (Ney ile ezan musikisi diye bilinir)
Mayıs 1992
Murakıplık yazılı sınavından sonra neredeyse tüm arkadaşlarımın müracaat ettiği Sayıştay denetçiliği sınavlarına girmiş, yazılı sonucunda ikinci olmuştum. Murakıplığı kazandığım söylendiğinde ilk aklıma gelen Sayıştay'a gidip başvurumu iptal etmekti. Hemen gidip "Ben sizin sınavınıza girmiyorum!" demek istiyordum. Şükür ki, yoldan dönmüş bu anlamsız girişimi birkaç gün ertelemiştim.
Şubat'ta yazılısını olduğumuz Sayıştay'ın sözlü sınavına kadar 4-5 ay geçmişti. Bu süre zarfında ben bir sınav canavarına dönüştüm. Garanti ve Emlak bankalarının sınavlarına kendimi göstermek amacıyla girdim. Birinde 1. diğerinde 2. olmuştum. Bana bir kendini beğenme gelmiş, öyle havalanmıştım ki sormayın. Hatta, Emlak Bankasına bir mektup yazdım; İstanbul'da yaptıkları sözlü sınavına ancak masrafımı karşılarsalar girecektim. Yoksa evrakımı geri göndermelerini istemiştim. Bu tuhaf isteği hemen yanıtlamadılar. Sözlü sınavı tarihine kadar bekleyip ardından evrakımı gönderdiler. O zamanlar sınav evrakı bile benim için gereksiz bir masraftı doğrusu.
Bu arada Maliye Müfettişliği sınavı oldu. İmam-hatiplileri kesinlikle almadıkları bir yer. Öyle biliniyordu. Klasik yazılı sınav yapıyorlardı. Zor olan bu sınava cesaret edebilen 600 kişi girmişti. Sınav sırasında gözcü olan Halit abiyi tanıyordum. Bana pek umutsuzca bakmıştı. Bakışları "Ağzınla kuş tutsan seni buraya almazlar, kazanamazsın!" diyordu sanki. Sınav sorularını çok beğenmiştim; kitabi bilgilerin güncel hayattaki sorunlara uygulanmasını gerektiriyordu. Zevkle cevaplamıştım. Her bir cevabım iyi düzenlenmiş birer makale gibiydi. Okuyanın hoşuna gidecek şekilde yazmaya çalışıyordum.
Fotoğraf: Maliye Bakanlığı Teftiş Kurulu Tüzüğü. Osmanlı'dan bu yana merkez bürokrasisinin en sağlam kalesi gibiydi.
Yazılıyı kazanan dokuz kişi arasındaydım. Halit abinin buna tepkisi ilginçti.
"Seni gözden kaçırmış olmalılar!" dedi. "Ya da gerçekten çok iyi yaptın, elemeyi göze alamadılar."
Sözlü sınava girmek için Maliye'de bir araya geldiğimizde diğer adayların her birinin bir iki soruya yetersiz cevap verdikleri ortaya çıktı. Birinci olduğumu tahmin ediyordum. Nitekim kurul ilk olarak beni sözlü sınava çağırdı.
Başkanlığını Sener Akkaynak'ın yaptığı bu komisyon görüşmesinin hayatımın en bunaltıcı görüşmesi olacağını bilemezdim. Odadan içeri girdiğimde her zerresine kadar olumsuz bir hava hissettim. Sanki ham petrol kuyusuna düşmüş, yapışkan bir olumsuzluğa bulanmıştım. Karşımda bir düzine kötü göz vardı; beni istemeyen, hor hakir gören, sınavı kazandığım için bana kızgın olan gözler. İşimi bitirip dosyamı kenara atmak ve beni unutmak için acele ediyorlardı.
Kendime sakin ve sabırlı olmayı telkin edip gösterilen yere oturdum. Komisyon başkanının elinde özgeçmişim vardı. Trabzon İmam-Hatip Lisesi mezunu olduğumu yazdığım özgeçmiş. Övünmek için değil, bilgi vermek için İngilizce, Fransızca ve Arapça bildiğimi de yazmıştım. Başkan bana Arapçayı nerede öğrendiğimi, ne kadar bildiğimi sordu. Kur'an'ı anlayabiliyor muymuşum? Ne kadar okuyormuşum? Doğrusu bu soruları sormaktan ve bu şekilde oyalanmaktan zevk alıyor gibiydi.
"Bir lise mezunu ne kadar İngilizce biliyorsa ben de o kadar Arapça biliyorum." diyerek bu lüzumsuz sorulara bir son vermek istedim. İngilizce ve Fransızca'yı hiç sormadı nedense.
En son hangi filmi izlediğimi sordu.
"JFK" dedim.
"Yani?"
"John Ford Kennedy"
Birisi düzeltti, Ford değil Fitzgerald olacaktı. Evet, Fitzgerald.
Bundan 12 yıl sonra JFK School of Government'ta yüksek lisans yapacaktım. Ne güzel bir tesadüf!
İşte tam bu sırada başkan kalktı gitti. Nasıl yani, bana bilgi sorusu sormayacak mıydı? Komisyonun diğer üyelerine baktım. Onlar da soru sormaya pek istekli görünmüyorlardı. Ama formaliteyi tamamlamak için birkaç iktisat sorusu sordular. Ricardo'nun mukayeseli üstünlükler teorisinin kitabını yazabilirdim onlar için. Fizyokrat ekonomi teorisini ise sadece iktisat kitaplarında değil romanlarda bile okumuştum. Ama laf olsun diye soru soruluyor, hiç umursamadıkları cevapları vermek için çabalıyordum.
Sınav salonundan çıktığımda oraya hiç girmemiş olmayı diledim.
<Keşke buraya hiç gelmeseydim! Bana ayrımcılık yapma fırsatını size vermeseydim! Keşke bana Kur'an okuyup okumadığımı sorduklarında iyi günler dileyip ayrılsaydım!>
Pişmanlık içinde ve yaralanmış olarak oradan ayrıldım. Öyle kırılmıştım ki aslında istekli olduğum Hesap Uzmanlığı sınavına başvurmadım. Oysa o kurul Maliye Teftiş kadar ayrımcı davranmıyordu.
Meslek hayatımda Maliye Bakanlığı'nı çok eleştirdim. Bunun kaynağında o sınavdaki hayal kırıklığı olabilir, bilemiyorum. Yine de o kuruma karşı olumsuz tavrım çok daha sonra, özellikle yöneticiliğim sırasında kamu kurumlarına kendilerini yönetme imkanı vermemeleri konusunda keskinleşmişti.
Peki sınav sonucu ne olmuştu? Sözlü sınavına giren dokuz kişiden altısı kazanmıştı. Ben kazanamayan üç kişi arasındaydım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Tuhaf Bi Denetçinin Anıları
Não Ficção***WQ*** Tam bir mahrumiyet dünyasından gelen bir delikanlı... etkisiz bir kurumda kenarda kalmış bir meslek... ve memleketin en kritik sorunları üzerine amansız bir mücadele... yandaşsız, cemaatsiz, partisiz, bağlı ve bağımlı olmaksızın... Sayışta...