Kral’a yaklaşmış olduklarını fark eden Thor, kalabalığın sessizleşmeye başladığını gördü. Sırtında mor pelerini, kafasında tacı ile tahtında oturan Kral Macgil’in insanı ürküten bir duruşu vardı. Artık tüm salon susmuştu. Önce Reece,
ardından Thor diz çökerek kralı selamladılar. Salon tamamen sessizliğe bürünmüştü. Konuşmaya başlayan Kral’ın gür sesi tüm salona yayıldı, “Batı Krallığı’na ait Güney Eyaleti’nin Alçak Topraklar kısmından gelen Thorgrin.” diye sözüne başladı. “Bugün bizzat Kral’ın düzenlediği
bir mızrak müsabakasına müdahale ettiğinin farkında mısın?” Thor korkmaya başlamıştı. Nasıl cevap vermesi gerektiğini bilmiyordu; ilk
karşılaşmalarının böyle olması kötü olmuştu. Kendisine bir ceza verileceğini düşünmeye başladı. “Üzgünüm lordum.” dedi. “Niyetim bu
değildi.”
Öne eğilen MacGil tek kaşını kaldırdı. “Niyetin bu değil miydi? Yani Erec’in hayatını istemeden mi kurtardın?” Thor her şeyi eline yüzüne bulaştırdığını düşündü. Tek yaptığı durumu
daha kötü hale getirmekti. “Hayır lordum.
Niyetim—”
“O zaman müdahale ettiğini kabul ediyorsun?”
Ne diyeceğini bilemeyen Thor heyecandan bayılmak üzereydi. “Üzgünüm lordum. Sanırım tek istediğim yardım etmekti.”
“Yardım etmek mi?” diye gürledi MacGil. Ardından tahtına yaslanıp kahkahalar atmaya başladı. “Demek yardım etmek istedin ha! Erec’e, öyle mi? Hani şu en ünlü, en büyük şövalyemiz olan Erec’e?”
Tüm salon kahkahaya boğuldu. Thor’un ise kim bilir kaçıncı kere suratı kızarıyordu. Aynı gün için bu kadarı da fazlaydı. Bu insanların karşısında doğru yapabileceği tek bir şey bile yok muydu?
Kral emrederek, “Yanıma yaklaş evlat” dedi.
Kral’ın ona gülümsediğini gören Thor şaşırdı. O, Kral’a yaklaşırken, adam onu dikkatle inceliyordu.
“Suratında asaletin izlerini görebiliyorum. Sen sıradan bir çocuk değilsin. Hayır, hem de hiç değilsin...” dedi. “Erec herkesçe sevilen bir
şövalyemizdir. Bugün harika bir iş başardın. Hem de hepimizin adına. Buna ödül olarak, seni, bugünden itibaren ailemin bir parçası yapıyorum. Oğullarımın gördüğü hürmet ve şerefe se de sahip olacaksın.” Geriye yaslanan Kral gürledi, “Bunu herkes böyle bilsin!”
Salondaki herkesten coşkulu bağırışlar yükseldi.
Etrafına bakarak neler olduğunu anlamaya çalışan Thor’un kafası fena halde karışmıştı. Kraliyet ailesinin bir parçası olmak mı? En uçuk rüyalarının bile ötesinde bir şeydi bu. O sadece Lejyon’a seçilebilmek istemişti halbuki. Şimdi ise
yaşadığı tüm bu sevinç ve minnettarlık,
onun için çok fazlaydı. O daha bir cevap veremeden tüm salon çoktan şarkılar söyleyip, dans etmeye başlamıştı bile. Herkes çılgınca bir
kutlamaya kendini kaptırmıştı. Kral’a bakan Thor adamın gözlerindeki sevgiyi, takdiri ve memnuniyeti görünce, bunu hak etmek için ne yaptığını düşünmeye başladı. Baba sevgisi nedir, hiçbir zaman öğrenememişti. Fakat artık onu seven herhangi bir adam değil, Kral’ın ta
kendisiydi. Bir gecede tüm hayatı değişmişti. Tüm bunların bir hayalden ibaret olmaması için dua ediyordu.
*
Kalabalığı yararak hızla ilerleyen Gwendolyn, saraydan çıkarılmadan önce o çocuğu bir kez daha görebilmek istiyordu. Thor. Onu düşünmek bile kızın kalbini hızlandırıyor, çocuğun ismi kafasının içinde yankılanıp duruyordu.
Karşılaşmalarından beri onu aklında çıkaramamıştı. Çocuk ondan en fazla bir veya iki yaş küçük olmalıydı. Ancak çocuk da, onu diğer yaşıtlarından daha olgun ve bilge gösteren bir hava vardı. Kendini sanki onu daha önceden de tanıyormuş gibi hissediyordu. Onunla tanıştıkları ilk anı düşününce, gülümsedi. Çocuğun aklı nasıl
da başından gitmişti ama. Çocuğun bakışlarından, onun da kendisi için aynı şeyleri düşündüğünü anlamıştı. Gerçi çocuğun kim olduğunu bile bilmiyordu. Fakat mızrak müsabakası esnasında yaptığı şeyi görmüş ve erkek kardeşiyle epey iyi anlaşıklarını fark
etmişti. O andan beri çocuğu izliyor, çocukta, onu diğerlerinden farklı kılan bir şey olduğunu hissediyordu. Onunla tanıştığı an ise bu hisleri doğrulanmıştı. Onda insanı canlandıran, kendine has bir şeyler vardı. Halbuki o sarayın dışında geliyordu ve halktan biriydi. Ancak şaşırtıcı derece asalet dolu bir çehresi vardı. Sıradan biri
olamayacak kadar gururlu görünüyordu.
Üst balkonun ucuna ulaşan Gwen, sarkarak aşağı baktı. Çocuğu kardeşi ile dışarı çıkmadan önce kısa da olsa görebilmeyi başardı. Diğer oğlanlarla
çalışmak için kışlaya gittiklerinden emindi.
Şimdiden onu tekrar görebilmek için planlar yapmaya başlamıştı. Kesinlikle onu daha iyi tanımalıydı. Bir şekilde öğrenmeliydi. Bunun için herkes hakkındaki her şeyi bilen ve kraliyette
ondan habersiz kuşun bile uçamadığı birisiyle konuşması gerekiyordu; annesiyle. Tekrar kalabalığın arasında dönen Gwen, sarayın ezbere bildiği koridorlarında hızla yola koyuldu. Epey
yorucu bir gün olmuştu. Önce babası ve kardeşleriyle yaptığı görüşme. Ardından krallığı yöneteceğini öğrendiği zaman yaşadığı şok. Milyon yıl geçse böyle bir şeyin gerçekleşeceğini ummazdı. Halen de aklı almıyordu. Koca bir krallığı yönetmek mi? O günün hiçbir zaman gelmeyeceğini umarak bu düşünceyi bir yana itti. Ne de olsa babasının gücü kuvveti halen
yerindeydi. Onun hayatta kalmasını her şeyden çok istiyordu. Hep burada yanında ve mutlu olmasını. Ancak yapılan o görüşmeyi kafasından
çıkaramıyordu. Artık günü geldiğinde, tahta çıkacak bir sonraki kişinin kendisi olduğu fikri, kafasının içinden dolaşıp duruyordu. Kardeşleri değil, kendisi olacaktı tahta çıkan. Düşünmesi bile onu ürpertiyordu; fakat bir yandan da kendini önemli biri gibi hissettiriyor ve kendisine
olan güvenini pekiştiriyordu. Babası taht için en uygun ismin kendisi olduğunu söylemişti. Gwen hem bunun, hem de babasının kendisini diğerlerinden daha bilge buluyor olmasının nedenini merak etti. Fakat biraz huzursuzluk da
hissediyordu. Kendisinin, yani bir kızın, taht için seçilmesinin çok fazla yaygara ve kıskançlığa neden olacağını tahmin ediyordu. Gareth’ın kıskançlığını çoktan hissedebiliyor ve bundan korkuyordu. Çünkü o bir şeyi elde etmek istediğinde, kimsenin onu durduramayacağını biliyor ve bundan korkuyordu. Ağabeyi her zaman kendi çıkarlarının peşinde olurdu ve
kimsenin göz yaşına bakmazdı. Gwen ona görünmek bile istemiyordu. Toplantıdan sonra onunla konuşmaya başlamış, fakat Gareth kızın suratına bile bakmamıştı. Gwen’in ayakkabılarından çıkan sesler sarmal merdivenlerde yankılanıyordu. Bir koridoru dönüp, küçük bir şapelin yanından geçtikten sonra muhafızların koruduğu kapıya ulaşıp, kalenin ailesine ayrılan kesimine girdi. Annesi burada dinleniyor olmalıydı, çünkü onu şölenden
ayrılırken görmüştü. Annesinin artık bu tür uzun süren kutlamalara pek tahammülü yoktu. Onun kimseye belli etmeden sık sık buraya gelip dinlenmeyi sevdiğini biliyordu.
Birkaç muhafızın daha yanından geçen Gwen, annesinin soyunma odasına ulaştı. Tam açmak üzereyken durdu. Hafif aralık kapının ardından gelen kısık sesli konuşmalar, ona ters giden bir şeylerin olduğunu söylüyordu. Annesi birisiyle
tartışıyor gibiydi. Biraz daha dikkatli dinleyince bu sesin babasına ait olduğunu anladı. Bir şey için kavga ediyorlardı ama ne için?
Yaptığının yanlış olduğunu bilen Gwen yine de kendini alamıyordu. Ağır meşe kapının kulpundan tutarak onu hafifçe biraz daha araladı. Aralıktan içeriyi dinlemeye başladı.
“O benim evimde kalamaz.” diye bağırıyordu annesi. Kadın epey sinirlenmiş gibiydi.
“Çok çabuk hüküm veriyorsun. Halbuki hikayenin tümünü bile bilmiyorsun.”
“Biliyorum” dedi kadın. “Yeteri kadar
duydum.” Annesinin sesindeki öfkeyi gören Gwen
epey şaşırdı. Ailesinin böyle kavga ettiği zamanlar oldukça nadirdi. Annesini daha önceden hiç böyle öfkeli gördüğünü hatırlamıyordu. Nedenini merak etti.
“Diğer oğlanlarla beraber kışlada kalacak. Onu çatımın altında istemiyorum. Beni anlıyor musun?” diye bağırdı kadın. Sinirlenmeye başlayan Kral, “Burası büyük bir kale.” dedi. “Onun varlığını bile hissetmeyeceksin.”
“Hissedip hissetmemem umurumda bile değil. Burada olmasını istemiyorum. Bu senin sorunun. Onu buraya getirmeye karar veren sendin.” Kral sert bir sesle, “Sen de o kadar masum sayılmazsın.” dedi Babasının odanın içinde dolaşan ayak seslerini işitti. Odanın içindeki diğer kapıdan çıkan Kral, kapıyı öyle bir çarptı
ki Gwen olduğu yerde titrediğini sandı. Odanın ortasında tek başına kalan annesi ise ağlamaya başladı. Gwen perişan olmuştu. Ne yapması
gerektiğini bilmiyordu. En iyisi ortadan toz
olmakmış gibi gelse de, annesini böyle bırakmaya gönlü elvermiyordu. Ayrıca ne hakkında kavga ettiklerine dair hiçbir fikri yoktu. Thor’un hakkında olabileceğini düşündü. Fakat niçin? Annesine neydi ki? Bu kalede onlarla beraber yaşayan hali hazırda onlarca insan zaten vardı. Gwen kapının önünden ayrılamıyordu.
Kadını teselli etmesi gerektiğini düşünerek, nazikçe kapıyı açmaya başladı. Ancak çatırdayan kapının sesi içerdeki kadını irkiltti. Annesi kaşlarını çatarak ona baktı. “Kapı çalmayı bilmez misin?” diye çıkıştı. Kadının hiç keyfinin olmadığını göre Gwen kendini çok kötü hissetti.
“Sorun ne anne?” diye sordu Gwen. Yavaşça ona yaklaşıyordu. “Burnunu sokuyormuş gibi görünmem istemem ama, babamla tartıştığınızı duydum.”
Kadın, “Haklısın; burnunu sokmaman en iyisi.” diye kesip attı. Gwen şaşırmıştı; genelde ele avuca sığmaz bir kadın olan annesi, nadiren bu
halde olurdu. Kadının öfkesinden çekinen Gwen, annesine yaklaşmayı kesip, ne yapacağını bilemeden kalakaldı.
“Tüm bunlar şu yeni çocukla ilgili miydi? Thor?” diye sordu. Gözünden yaşları silen annesi dönüp,
Gwen’e baktı. Gwen öğrenmek için can atıyordu.
“Anlayamıyorum. Onun burada kalıp kalmamasını neden umursuyorsun ki?”
Konuyu kapatmak istediği belli olan kadın, “Benimle ilgili şeyler seni hiç ilgilendirmez.” diye soğuk bir sesle yanıtladı. “Ne istiyorsun? Neden
buradasın?” Gwen gerildi. Annesinden ona, Thor
ile alakalı her şeyi anlatmasını istemek için
daha kötü bir zaman seçemezdi. Kararsızlık içindeydi. “Aslında onunla ilgili neler bildiğini öğrenmek için gelmiştim. Herhangi bir fikrin var mı?” Şüphelenen annesi kısık gözleriyle ona
baktı ve “Neden?” diye sordu inanılmaz bir ciddiyetle. Annesinin onu dikkatle incelemeye başladığını gören Gwen, kadının o esrarengiz algılama gücüyle Gwen’in bu çocuktan hoşlanıyor olduğunu çoktan anlamış olduğunu görebiliyordu. Duygularını saklamaya çalışsa bile
çabasının boşuna olduğunu biliyordu. Hiç de ikna edici olmayan bir sesle,
“Sadece merak ettim.” dedi. Birden yerinden fırlayan Kraliçe, kızı kolundan tutup doğrudan gözlerinin içine baktı. “Dinle beni” dedi fısıldayarak.
“Bunu bir kere söyleyeceğim. O çocuktan uzak dur. Anlıyor musun? Ne olursa olsun seni o çocuğun yakınında görmek istemiyorum.”
Gwen dehşete düşmüştü. “Fakat niçin? O bir kahraman.” “Çünkü bizden biri değil.” diye
cevapladı annesi. “Baban aksini düşünse dahi. Ondan uzak durmanı istiyorum. Beni anlıyor musun? Yemin et. Şu an bana yemin et.”
Kolunu annesinden kurtaran Gwen,
“Yemin falan etmeyeceğim.” dedi.
“O halktan biri, sense bir Prensessin.” diye bağırdı annesi. “Bir Prenses. Anlıyor musun? Eğer ona yaklaştığını duyarsam, o çocuğu buradan sürgün ederim. Anladın mı?”
Annesini daha önce hiç böyle görmemiş olan Gwen ne diyeceğini bilmiyordu. En sonunda, “Bana ne yapacağımı söyleme anne.” dedi.
Sesini elinden geldiği kadar cesurca çıkarmaya çalışmış olsa da, aslında içten içe titriyordu. Buraya her şeyi öğrenme umuduyla gelmişti ama, şu an dehşete düşmüş durumdaydı. Neler olup bittiğine dair hiçbir fikri yoktu.
“Dilediğin gibi davran o zaman.” dedi annesi. “Ama unutma, onun kaderi artık senin ellerinde.” dedikten sonra hızla odadan çıkarak kapıyı çarptı. Tüm neşesi mahvolan Gwen, sessiz odanın içinde bir başına kalmıştı. Annesi ve babasını bu hallere getiren şeyin ne olduğunu çok merak ediyordu.
Kimdi bu Thor?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
YÜZÜK KRALLIĞI - Ejderhaların Kaderi (ARA VERİLDİ)
Science FictionAsla 14 yaşında ki bir çocuğun hayalleriyle oynama! Yoksa gün gelir ölümü onun ellerinde bulursun Yüzük Krallığı'nın eteklerinde küçük bir kasabada yaşayan, 14 yaşındaki çok özel bir çocuğun etrafında dönen destansı bir yaklaşan çağ hikâyesi. Dört...