“Kanyon cesurların yeridir.” dedi bir ses.
Hepsi sese doğru döndü. Karşılarında kocaman bir at, üzerinde baştan aşağı zırhlarını giymiş ve uzun, parlak silahlarıyla donanmış Erec duruyordu. Onlara gülümserken bakışları Thor’un üzerindeydi. Thor şaşkına dönmüştü.
“Burası seni erkek yapacak olan yerdir.” diye devam etti Erec. “Tabii halen bir erkek olamamışsan.” Mızrak müsabakasından beri onu
görmemişti. Kanyon’a doğru giderlerken yanlarında Erec gibi bir şövalyenin olması Thor’u rahatlatmıştı. Erece onların yanında olduğu sürece hiçbir şeyden zarar göremeyeceklerini
düşünüyordu. Yol boyunca onlarla olması için dua etti. “Burada ne yapıyorsunuz?” diye
sordu Thor.
“Bize eşlik mi edeceksiniz?”, sesinin fazla hevesli
çıkmadığını umdu. Erec güldü. “Endişelenme, genç.” dedi. “Sizinle geliyorum.”
“Ciddi misiniz?” diye sordu Reece.
“Gümüşler’den birinin ilk kez devriye görevine çıkan Lejyon üyelerine eşlik etmesi adettendir. Ben de gönüllü oldum.” Erec bakışlarını Thor’a çevirdi,
“Ne de olsa dün de sen bana yardım ettin.” dedi. Erec’in varlığı Thor’un içini ısıttı.
Ayrıca arkadaşlarının gözünde değerinin arttığını hissediyordu. İşte, büyük şövalye Erec onlara katılmış, beraberce Kanyon’a gidiyorlardı. Artık hiçbir şeyden korkusu yoktu.
“Tabii, sizinle devriye gezecek değilim.” diye ekledi Erec. “Ancak köprüyü geçip, kamp yerinize kadar sizinle geleceğim. O noktadan sonra
devriye görevinizde bir başınasınız.”
“Bu bizim için bir onurdur, efendim.” dedi Reece.
O’Connor ve Elden aynı anda,
“Teşekkürler.” dedi. Erec, Thor’a gülümsedi.
“Ne de olsa artık ilk silahtarım sensin. Pat diye ölmene izin veremem.”
“İlk mi?” diye sordu heyecanlanan Thor.
“Feithgold’un müsabakada bacağı kırıldı. En az sekiz hafta ortalıkta olmayacak. Artık esas silahtarım sensin. O yüzden eğitimimize bir an önce başlasak iyi olur, değil mi?”
“Tabii ki efendim.” diye yanıtladı Thor. Thor’u kafası düşüncelerle dolup taşıyordu. Uzun süreden beri ilk defa şansının yaver gittiğini düşünüyordu. Gelmiş geçmiş en büyük şövalyenin silahtarıydı ve hayatına aniden sıkı
dostlar girmişti. Beşi birlikte batan güneşe doğru
batıya yol aldılar. Atının üzerindeki Erec arkalarından yavaşça takip ediyordu.
“Zannediyorum ki siz daha önceden Kanyon’da bulundunuz, efendim?” diye sordu Thor. “Defalarca.” dedi Erec. “İlk devriyeme çıktığım zaman senin yaşlarındaydım aslında.”
“Nasıl bir deneyim olmuştu?” diye sordu Reece.
Dikkat kesilen dört çocuğun kafası da arkalarına çevrilmişti. Erec bir süre cevap vermeden, sadece ileriye doğru baktı. “Kanyon’a ilk devriyeni asla
unutmazsın. Açıklaması zordur. Yabancı, garip ve mistik bir yerdir orası. Güzeldir de ama. Diğer tarafında akla gelmeyecek tehlikeler bekler insanı. Devriye istediği kadar kalabalık olsun,
gene de kendini yalnız hissedersin. Bir insanın doğayla en çok içe içe olabileceği yerdir. O kadar büyüktür ki, bunun altında ezilirsin. Adamlarımız orayı yüzlerce yıldır devriye geziyor. Bu
bir çeşit ergenlik ayini gibidir. Eğer oranın karşına çıkardığı tehlikeleri anlayamazsan, asla gerçek bir şövalye olamazsın.”
Tekrar suskunluğa büründü. Kafası karışan oğlanlar birbirine baktı. “Karşı tarafta çatışmaya girme ihtimalimiz var mı?” diye sordu Thor.
“Bir kere o tarafa geçildi mi, her şey mümkündür. Düşük ama olası bir ihtimal.” dedi Erec ve ardından Thor’a bakarak, “Harika bir silahtar ve günü geldiğinde de büyük bir şövalye olmak
istiyor musun?” diye sordu.
Thor heyecanlandı. “Evet efendim, hem her şeyden daha çok.”
“O zaman öğrenmen gereken bazı şeyler var.” dedi Erec. “Güç tek başına yeterli değildir, çeviklikte öyle veya büyük bir savaşçı olmak da. Bunların hepsinden çok daha önemli bir şey var.”
Erec tekrar sessizleşti. Thor meraktan çatlamak üzereydi. “Nedir?” diye sordu. “Önemli olan şey ne?”
“Yüreğin cesur olmalı.” dedi Erec.
“Asla korkmamalısın. En karanlık ormana girebilmeli, en tehlikeli savaşları dövüşmeli ve ağırbaşlılığını korumalısın. Gittiğin her yere sükunetini taşımalısın. Asla korkmadan, daima
tetikte. Aylaklık yapmadan, hep çalışmalısın. Artık başkalarından seni korumalarını beklemek gibi bir lükse sahip değilsin. Sıradan bir vatandaş değilsin artık. Kral’ın adamlarındansın. Büyük bir dövüşçünün en önemli nitelikleri cesareti ve ağırbaşlılığıdır. Tehlikeden korkma. Ona hazır ol. Fakat onu arama.”
“İçinde yaşadığımız bu Halka, bizim krallığımızdır.” dedi Erec, “Sanki onu dışardan gelecek vahşilere karşı koruyormuş gibi görünüyoruz. Ama bu doğru değil. Bizi koruyan tek şu Kanyon ve onun sahip olduğu büyü. Biz
büyücünün halkası içinde yaşıyoruz aslında. Bunu sakın unutmayın. Büyüyle yaşıyor, büyüyle ölüyoruz. Güvende olmak diye bir şey yok evlat, ne burada ne de Kanyon’un diğer tarafında. Sihri
al, büyüyü kaldır ve o zaman elimizde ne kalıyor gör.” Bir süre sessizlik içinde ilerlediler. Thor, Erec’in sözlerini düşünüyordu. Tekrar ve tekrar. Sanki Erec ona gizli bir mesaj vermek istemişti; Thor’un bu güçleri her neyse, onları nasıl
kullanıyorsa kullansın, bunda utanılacak bir şey yoktu. Utanmak bir yana, bundan gurur duymalıydı, çünkü krallığın tümü gücünü buradan alıyordu. Thor kendini biraz daha iyi hissetmeye başladı. Çünkü en başta Kanyon’a yollanma sebebinin, büyüsünü kullandığı için bir çeşit ceza olduğunu düşünmüştü. Ancak şimdi bu güçlerinin, bir gurur kaynağı olabileceğini fark ediyordu.
Diğer çocuklar ilerlemişlerdi. Thor ise Erec ile beraber yürüyordu. Erec ona baktı. “Saray’da şimdiden çok güçlü düşmanlar kazanmayı başardın.” derken suratında alaycı bir gülümseme vardı.
“Fakat bir o kadar da dost kazanmış gibisin.”
Thor utandı. “Nasıl oldu bilmiyorum, efendim. Öyle bir niyetim yoktu.”
“Düşman edinmenin niyetlerle bir alakası yoktur. Onları doğuran kıskançlıklardır. Ve sen çok fazla
kıskançlık uyandırdın. Bu illa ki kötü bir şey değildir. Herkesin dedikodularının asıl konusu sensin.”
Kafasını kaşıyan Thor, anlamaya çalışıyordu. “Nedenini gerçekten bilmiyorum.” dedi. Erec alaycı gülümsemesini düşürmemişti. “Kraliçe’nin kendisi senin bir numaralı düşmanın. Bir şekilde
onun sinirlerini bozmayı başarmışın.”
“Annem mi?” diye sordu Reece.
“Niçin?”
“Ben de bunun cevabını merak ediyorum.” dedi Erec. Thor çok kötü hissediyordu. Kraliçe
mi? Düşman mı? Ona ne yapmış olabilirdi ki? Anlayamıyordu. Onun öfkesini çekecek kadar dikkat çekici ne yapmıştı ki? Fakat birden dank etti.
“Kanyon’a yollanma sebebim Kraliçe mi?” diye sordu. Ciddileşen Erec kafasını ileri doğru
çevirdi. “Olabilir.” dedi dalgınca. “Belki de.” Thor edindiği düşmanların ne kadar yüksek konumlardaki kişiler olduğunu anladı. Hakkında hiçbir şey bilmediği saray hayatına birden girivermişti. Onun tek isteği bunun bir parçası olmaktı. O sadece hayallerini takip etmiş ve onları elde etmek için elinden geleni yapmıştı.
Bunun için çabalarken başkalarının öfkelerini ve kıskançlığını üzerine çekebileceğini hiç düşünmemişti. Çözemediği bir bulmaca gibi bu durumu uzun uzadıya düşünse de, içinden
çıkamıyordu. Thor’un kafası bunlarla meşgulken
küçük bir tepenin üstüne çıktıklarında karşılaştıkları görüntü, kafasındaki her şeyi sildi. Thor’un nefesi kesilmişti. Karşılarında gözün alabildiğine Kanyon uzanıyordu. Thor’un ilk defa
gördüğü bu manzara onu o kadar şoke etti ki, yerinden bile kıpırdayamıyordu. Bu koca uçurumun sanki bir sonu yok gibiydi. Tüm bunların ortasında ise askerlerin koruduğu tek bir köprü yer alıyordu. Köprünün kendisi de sanki
sonsuzluğa uzanan bir geçitti. Batan ikinci güneşin yeşil ve mavi ışıkları Kanyon’u hafifçe aydınlatıyordu. Kendini biraz toparlamayı başaran Thor, diğerleriyle beraber köprüye doğru
ilerlerken, bir yandan Kanyon’un yamaçlarını inceliyordu. Dünyanın midesine uzanıyorlar sanki, diye düşündü Thor. Thor, Kanyon’un dibini
göremiyordu. Acaba dibi olmadığı için mi, yoksa sisten dolayı mı, bunu bilemiyordu. Yamaçlardaki milyonlarca yıllık kayalara şekillerini rüzgarlar
vermişti. Burası Thor’un şimdiye dek bulunduğu en eski yerdi. Yaşadığı gezegenin bu kadar büyük, heyecan verici ve yaşam dolu olduğunu şimdiye
dek bilmiyordu. Sanki yaratılışın beşiğini gelmiş gibiydi. Arkadaşlarının da nefesleri kesilmiş
gibiydi. Dördünün burayı devriye gezecek olması gülünecek bir durumdu. Sırf bu görüntü bile başlı başına onları önemsiz kılıyordu. Onlar köprüye
yaklaşınca, askerler kendilerine çekidüzen verip, yeni devriyeye yol açtılar. Thor heyecanlanmıştı. “Dördümüz nasıl olur da bunu devriye gezebiliriz ki?” diye sordu O’Connor. Kıs kıs gülen Elden, “Bizden başka onlarca devriye daha var. Biz makinada bir dişliyiz sadece.” dedi. Onlar köprüye ilerlerken duyulan tek ses sertçe esen rüzgarın, botlarının ve Erec’in atının sesiydi. Atın nallarının çıkardığı sesler, bu gerçek üstü yerde Thor’a güven veriyordu. Erec’i görünce kendilerini toparlayan askerlerin hiçbirinden ses çıkmıyordu. Yüzlercesinin yanından geçmişlerdi. Thor etraftaki kazıkları fark etti. Neredeyse adım başı dikili olan kazıkların tepesinde barbarların kafası geçirilmişti. Kimileri çoktan çürümeye başlamış, kimisinden ise halen kanlar damlıyordu.
Thor kafasını başka yöne çevirdi. Bu kadar da gerçek fazla gelmişti. Böyle bir şeye hazır olup olmadığından emin değildi. Bu başların kazıklara geçirilmesine neden olan tüm o
çatışmaları düşündü ve diğer tarafta onları neyin bekliyor olabileceğine dair bir fikir edindi. İlk defa, diğer taraftan canlı kurtulmayı başarabilecek miyim, diye düşünüyordu. Bu yolculuğun amacı bu muydu yoksa? Onun öldürülmesi? Uçurumdan aşağı, bitmeyen yamaca baktı ve uzaklardan gelen bir kuş sesi
duydu; bu ses daha önce hiç karşılaşmadığı bir kuşa ait olmalıydı. Kim bilir diğer tarafta onları daha ne tuhaf yaratıklar bekliyordu?
Ancak esas olarak onu rahatsız eden ne bu yaratıklar, ne de kazığa oturtulmuş kellelerdi. Onu rahatsız eden Kanyon’un ta kendisiydi. Bunun sebebi sis mi, uğuldayan rüzgar mı, sonsuz gökyüzü mü yoksa batan güneşi renkleri mi,
bilmiyordu. Fakat bu mekanda gerçek üstü bir şeyler vardı ve bu Thor’u sanki başka yerlere alıp götürüyor gibiydi. Bu his o kadar baskındı ki, onu
sarmalıyordu. Her şeyin üstüne sanki ağır bir büyüsel enerji çökmüştü. Bu Kılıç mı, yoksa başka bir kadim güç mü, diye merak etti. Sanki köprüyü kullanarak başka bir toprak parçasına değil de, bambaşka bir boyuta geçeceklerdi.
Hayatında ilk bu geceyi korumasız bir halde, Kanyon’un diğer tarafında geçirecek olduğuna bir türlü inanamıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
YÜZÜK KRALLIĞI - Ejderhaların Kaderi (ARA VERİLDİ)
Science FictionAsla 14 yaşında ki bir çocuğun hayalleriyle oynama! Yoksa gün gelir ölümü onun ellerinde bulursun Yüzük Krallığı'nın eteklerinde küçük bir kasabada yaşayan, 14 yaşındaki çok özel bir çocuğun etrafında dönen destansı bir yaklaşan çağ hikâyesi. Dört...