15

35 5 0
                                    

Gareth arkasından gelen Firth ile beraber hızla ormanda ilerliyordu. Firth olmasını en son istediği şeyin başına geldiğine inanmakta zorlanıyordu. Artık olaya bir ölüm karışmış, yani onlara ulaşacak bir ipucu oluşmuştu. Kim bilir
o adam başka hangi insanlara bu alışverişten bahsetmişti. Firth iksiri onlara satacak olan adamla yaptığı konuşmalarda daha dikkatli davranmış olması gerektiğini biliyordu. Yaptığı bu hata Gareth’ı ele verebilirdi. “Çok üzgünüm” dedi Gareth’a. Bir yandan da onun hızına yetişmeye çalışıyordu.
Oralı olmayan Gareth hızını daha da arttırdı. “Yaptığın şey zayıf ve aptalcaydı. Ne olursa olsun benden yana bakmamalıydın.” dedi.
“Bakmak istememiştim. Ancak daha fazla para istediği zaman ne yapacağımı bilemedim.”
Firth haklıydı; zor bir durumda kalmıştı. Bencil ve açgözlü bir domuz olan satıcı, oyunun kurallarını son dakikada değiştirerek ölmeyi hak etmişti. Gareth adam için üzüldüğü falan yoktu. Tek umduğu cinayeti kimsenin görmemiş olmasıydı. İsteyeceği son şey ardında bir iz bırakmaktı. Babasının suikasti halinde her şey zaten tüm
ayrıntılarıyla araştırılacağı için, Gareth’ın planında yapılacak en küçük bir hataya bile yer yoktu. En azından ormana gelebilmişlerdi.
Yaz güneşine rağmen yüksek okaliptüs ağaçları her yeri karartıyordu. Bu orman Gareth’ın ruh haliyle uyum içindeydi. Gareth buradan nefret etmişti. Adamın tarif ettiği dolambaçlı yolları takip ediyordu. Adamın onlara yalan söyleyip
saçma sapan bir yere yönlendirmemiş olduğunu umuyordu. Çünkü adam yalan söylemiş olabilirdi. Belki de onları bir tuzağa yönlendirmişti ve birileri onun ve Firth’ün parasını çalmak için hazır bekliyordu. Gareth kendine kızdı. Firth’e haddinden fazla güvenmişti. Bu işi en başında kendisinin halletmesi gerekirdi, tıpkı diğer tüm işlerini yaptığı gibi.
“Dua et ki bu iz bizi cadıya ulaştırsın.” dedi Gareth. Firth’e göz dağı veriyordu, “Ve o cadının da bir zehri olsun.” dedi. En sonunda tıpkı adamın demiş olduğu gibi bir yol ağzına geldiler. Sağa dönüp bir tepeye çıktıktan sonra onları
bir dönüş daha bekliyordu. Adamın söyledikleri doğru çıkmıştı, karşılarındaki yer ormanın en karanlık kesimi gibiydi. Ağaçlar inanılmaz
sıklıkta ve içe içeydiler. Gareth bu ağaçların arasına girer girmez tüyleri diken diken oldu. Havada kötücül bir şeylerin varlığını sezebiliyordu. Vaktin gündüz olduğuna
inanamıyordu. Korkudan geri dönmeyi düşünmeye başladığı an, adamın dediği gibi bir
açıklığa ulaştı. Ağaçların arasındaki küçük bir açıklık burayı aydınlatıyordu. Tam ortasında ise taştan bir kulübe vardı. Cadının evi.
Gareth heyecanlandı. Açıklığa girince kimsenin izlemediğinden emin olmak için etrafına bakındı. Bunun bir tuzak olmadığından emin olmalıydı.
“Bak, adam doğruyu söylüyormuş” dedi Firth heyecanla. Gareth, “Bunun bir anlamı yok.”
diyerek onu azarladı. “Dışarda kal ve etrafı gözle. Eğer birini görürsen kapıyı çalarsın. Ayrıca sesini de kes.” Gareth kulübenin küçük kapısını çalmakla uğraşmadı. Kapının demir kulpundan tuttuğu gibi fazla kalın olmayan kapıyı açıverdi ve kafasını eğerek içeri girdikten sonra kapıyı
kapadı. Karanlık olan iç mekanı aydınlatan
tek şey etrafa yayılmış tek tük mumlardı.
Burası tek odalı bir yapıydı ve içerde hiçbir pencere bulunmuyordu. Bir gücün etrafını sardığı hissetmeye başlamıştı. Çıt çıkmayan odada karşılaşacağı her şey için kendini hazırlıyordu. Burada kötü bir şeyler olduğundan emindi.
Tüyleri ürpermişti. Karanlığın içinde önce bir hareket, ardından ise bir ses geldi. Buruşuk tenli
yaşlı bir kadın kambur vücuduyla ona doğru aksayarak ilerliyordu. Kadın elindeki mumu kaldırdığında kırışıklık ve siğillerle dolu suratı meydana çıktı. Kadın en az kulübenin etrafını saran eğri büğrü ağaçlar kadar yaşlı görünüyordu.
“Bu karanlıkta bile başlığını indirmiyorsun.” dedi kadın. Suratında şeytani bir gülümseme vardı, sesi ise çatırdayan ağaçlarınkine benziyordu.
“Buraya gelme amacın hiç masumane
değil.”
Cesur ve kendinden emin görünmeye çalışan Gareth hızla, “İksir için geldim.” dedi. Ancak sesindeki tedirginliği bastırması mümkün değildi. “Sende hanımördeği kökünün bulunacağını söylediler.” Uzun süren sessizliği bozan ürkütücü ses, küçük odanın içinde yankılandı.
“Asıl soru ben de olup olmaması değil, senin onu neden istiyor olduğun.”
Uygun bir cevap bulmaya çalışan Gareth’ı heyecan sardı. “Senin neden umurunda olsun ki?” diye sordu.
“Kimi öldüreceğini bilmek beni neşelendirir” diye yanıtladı cadı.
“Bu seni ilgilendirmez. Sana parayı getirdim.”
Kemerine uzanan Gareth altının olduğu keseyi ve ölü adamdan aldığı parayı odadaki küçük bir masanın üzerine bıraktı. Sikkelerin sesi odada
çınladı. Bu paraların kadını susturacağını
umuyordu. İstediğini alıp, buradan tek parça halinde ayrılabilmek için dua etti. Parmağını uzatan cadı, tırnağını altın kesesine takıp onu inceledi. Nefesini tutan Gareth, kadının konuyu daha fazla uzatmayacağını umuyordu.
“Sanırım bu kadarı ağzımı açmamam için yeter” dedi kadın. Arkasını dönüp karanlığa daldı.
Kadın kendi kendine bir şeyler homurdanıyor ve Gareth’ın görebildiği kadarıyla küçük, cam bir şişenin içine bir şeyler karıştırıyordu. Karışımdan
kabarcıklar çıktı ve kadının şişenin üzerine bir tıpa yerleştirdi. Gareth artık sabırsızlanmaya başlıyordu. Kafası milyon tane endişeyle dolup taşmıştı; ya tam şimdi, şu an birileri onun yerini
tespit etmişse? Ya kadın ona başka bir iksir verirse? Ya kadın birilerine konuşursa. Belki de kadın onu tanımıştı. Emin olamıyordu.
Gareth yaptığı planlar konusunda şüpheler duymaya başlamıştı. Birine suikast yapmanın bu kadar zor olacağını tahmin edememişti. Gareth’a hiç bitmeyecekmiş gibi gelen bir sessizliğin
ardından kadın, avucunun içinde kaybolacak kadar küçük cam şişeyi ona
uzattı.
“Bu kadar küçük mü?” dedi. “İşime yarayacak mı?” Cadı sırıttı. “Bir adamı öldürmek
için ne kadar azına ihtiyaç duyacağını
bilsen şaşırırdın.”
Gareth arkasını dönüp kapıya doğru ilerlemeye başlamıştı ki omuzunda soğuk bir el hissetti. Kadının odanın diğer ucuna nasıl bu kadar hızla gelebildiğini anlayamadı. Korkudan donmuş bir halde kadına baktı. Gareth’ın hemen dibinde biten kadın gülümsüyordu. İğrenç kokan vücudunu ona doğru iyice yaklaştırıp ani bir
hareketle adamı yanaklarından tutarak
kendine çekti ve öptü. Pörsümüş dudaklarını Garet’ınkilere iyice bastırmıştı.
Gareth’ın midesi kalktı. Hayatı boyunca başına gelen en iğrenç şeydi bu. Kadının dudakları bir kertenkeleye, diline değen dili ise bir yılana ait
gibiydi. Gareth kurtulmaya çalışıyordu fakat, kadın suratını sıkıca tutup iyice bastırıyor ve dudaklarını ona yapıştırıyordu. En sonunda kendini kurtarmayı başardı. Elinin tersiyle dudaklarını sildi. Onu izleyen cadı kıkırdıyordu.
“Öldürdüğün ilk kişi her zaman en zorudur.” dedi. “Bir dahaki sefere çok daha kolay gelecektir.”
*
Gareth hızla kulübeden dışarı fırlayarak açık alana çıktı. Firth onu bekliyordu. “Sorun ne? İçerde neler oldu?” dedi endişeli bir sesle. “Sanki
biri seni bıçaklamış gibi görünüyorsun. Canını yakacak bir şey mi yaptı yoksa?” Soluklanmaya çalışan Gareth ağzını tekrar sildi. Firth’e ne diyeceğini bilmiyordu. “Buradan uzaklaşalım.
Derhal!” dedi. Açıklıktan çıkarak tekrar ormanın
içine girmek üzere hareket ettiklerinde üzerlerindeki gökyüzü birden kapkara bulutlarla kaplandı. Güneşi gökyüzü birden ortadan yok oluvermişti. Daha önce böyle bir şeyin bu kadar hızlı gerçekleştiğini hiç görmemiş olan
Gareth, bunun normal olmadığının farkındaydı. Cadının güçlerinin nereye kadar uzandığını merak ederken birden ensesine doğru buz gibi bir rüzgar esmeye başladı. Yaşlı kadının öpücüğü
tarafından lanetlendiğinden şüphelenmeye başladı. Israr eden Firth, “İçerde ne oldu?”
diye sordu. “Bundan bahsetmek istemiyorum.”
dedi Gareth. “Hem de hiçbir zaman.” Geldikleri yoldan geri dönmeye başlayan ikili kısa süre sonra Kraliyet Sarayı’na uzanan yola girdiler. Gareth tam rahatlamaya başlamış ve yaşananları
kafasının derinlerine gömmeye hazırlanıyordu ki arkalarından yaklaşan bot sesleri işitti. Arkalarından yaklaşanları görünce inanamadı.
Bu kardeşi Godfrey’di. Yanındaki aşağılık Harry ve ondan aşağı kalmayan diğer iki arkadaşıyla beraber kahkahalar atarak yürüyorlardı. Onca yer varken karşısına burada çıkmışlardı. Koca
ormanın içinde, bu ıssız yerde. Gareth tüm planlarının suya düşebileceğinden korktu. Gareth onlara sırtını dönerek başlığını kafasına indirdi ve iki kat daha hızlı ilerlemeye başladı. Godfrey’in onu görmediğini umuyordu.
“Gareth?” diye arkasından seslenildi. Artık başka bir şansı kalmamıştı. Adımlarını durdurdu,
kapüşonunu indirdi ve kardeşine döndü. Godfrey neşeyle ona doğru yaklaşmaya başladı. “Ne işin var burada?” Gareth ağzını araladı ama aklına
söyleyebilecek hiçbir mazeret gelmiyordu. Onun kurtarmak için öne çıkan Firth, “Yürüyüşe çıkmıştık.” dedi. Godfrey’in arkadaşlarından biri
kadınsı bir sesle, “Ooo...demek yürüyüşe çıktınız, ha?” diye alay etti. Diğerleri güldüler. Gareth, Godfrey ve arkadaşlarının onun cinsel tercihini
küçümsediklerini biliyordu ama şu an bu
umrunda bile değildi. Önemli olan konuyu değiştirebilmekti. Burada oluşlarının asıl sebebini merak etmeye başlamalarını istemiyordu.
“Siz burada ne yapıyorsunuz?” diye sordu konuyu değiştirmek için.
“Buralarda yeni bir taverna açılmış.” dedi Godfrey. “Oradan yeni çıktık. Tüm krallıktaki en iyi bira resmen. Biraz ister misin?”, elindeki
şişeyi Gareth’a uzattı. Gareth hayır anlamında kafasını salladı. Onun dikkatini bir şekilde
dağıtması gerektiğini biliyordu. Onu azarlamaya karar verdi. “Babam gündüz vakti içiyor olduğunu duyarsa çok öfkelenir.” dedi. “Elindekini bırakıp saraya dönsen iyi olur.”
İşe yaradı. Godfrey sinirlenmişti ve artık Gareth’ı umursamadığı belliydi. Babasıyla olan ilişkisini düşünüyordu. “Babamın duygularını ne zamandan beri düşünür oldun?” diye karşılık
verdi. Gareth artık sıkılmıştı. Bir sarhoşa
ayıracak vakti yoktu. Godfrey’in dikkatini dağıtmayı başarmıştı ve artık buradan gitmeyi istiyordu. Arkasını onlara döndükten sonra yoldan aşağı ilerlemeye başladı. Adamların alaycı gülüşlerini duyabiliyordu. Fakat bunlar
umurunda değildi. Yakında son gülen kendisi olacaktı.

YÜZÜK KRALLIĞI - Ejderhaların Kaderi (ARA VERİLDİ) Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin