Gökyüzünden kaybolan güneşin yerini, koyu kızılla karışık mavi bir ton alırken, Thor, Reece, O’Connor ve Elden, tekinsiz ormanların içine doğru inen bir yolda ilerliyorlardı. Thor hayatı
boyunca hiç bu kadar diken üstünde olmamıştı. Erec kampta kalmıştı ve artık sadece dördü vardı. Aralarındaki tüm problemlere rağmen artık birbirlerine güvenmekten başka çareleri olmadığını düşünüyordu Thor. Thor, onlara yardım eden Erec olmadan, bir ekip olmayı öğrenmek istiyordu. Onlar ayrılmadan önce Erec endişelenmemeleri gerektiğini, eğer onların bağırdığınıduyarsa hemen yardıma koşacağını söylemişti. Bu Thor’un içine biraz rahatlatıyordu. Ormana yaklaşırlarken, Thor bu tuhaf yeri inceliyor, yerde uzanan dikenlere ve garip görünümlü meyvelere bakıyordu. Yüzlerce yıllık ağaçların birbirlerine karışmış dalları o kadar yoğundu ki, neredeyse birbirlerine değiyor ve zaman zaman Thor’un kafasını eğmesini gerektiriyordu. Dallarda yapraklar yerine dikenler vardı ve her yere uzanmak istiyor gibiydiler.
Sarı renkli sarmaşıklar aşağılara sarkıyordu. Thor suratına inen bir tanesini itmeye kalktığı zaman, son anda bunun bir yılan olduğunu fark etmişti.
Bağırmış ve hızla önünden kaçmıştı. Diğerlerinin ona gülecek hali yoktu, çünkü onlar da korku içindeydiler. Her taraftan aşina olmadıkları hayvanlara ait sesler yükseliyordu. Bazıları alçak ve mideden geliyor, kimisi ise kulakları
sağır edecek feryatlar olarak çıkıyordu. Bazılarının kaynağı çok uzaktan, diğerleri ise endişe verecek kadar yakındandı. Alacakaranlık
umduklarından daha çabuk, onlar ormanın derinlerine yeni girmeye başlamışken çöktü. Hava karardıkça Thor arkadaşlarının bile suratını
seçmekte zorlanıyordu. Kılıcının sapını o kadar sıkı kavramıştı ki, avuçları bembeyazdı. Diğer eli ise sapanındaydı. Arkadaşlarının elleri de aynı şekilde kılıçlarındaydı. Thor iyi bir şövalyenin olması gerektiği gibi cesur, kendinden emin ve
güçlü olmaya çabalıyordu. Tıpkı Erec’in ona yapmasını söylediği gibi. Ölümle şu an yüzleşmek, diye düşündü, ondan korkarak yaşamaktan bin kez daha iyidir. Başını dik tutarak, cesurca ilerlemeye çalışıyor ve hatta diğerlerini birkaç metre geride bile bırakıyordu. Kalbi çok hızlı atıyor, en büyük korkularıyla yüz
yüze olduğunu hissediyordu.
“Tam olarak ne için devriye geziyoruz?” diye sordu. Soru ağzından çıkar çıkmaz, kulağa ne kadar aptalca geldiğini fark etti ve Elden’ın onunla dalga geçeceğini düşündü. Fakat cevap olarak aldığı sessizlik, onu şaşırttı. Dönüp baktığı zaman, Elden’ın ondan bile daha çok korkuyor olduğunu fark etti. Bu Thor’a biraz da olsa güven
verdi. Ondan yaşça daha küçük ve ufak tefek olmasına rağmen, korkunun kendisini ele geçirmesine izin vermemişti.
“Düşman için herhalde.” dedi Reece.
“Ve düşman kim?” diye sordu Thor.
“Neye benziyor?”
“Burada her çeşit düşman vardır.” dedi Reece. “Artık Vahşi Topraklar’dayız. Burada barbar uluslar ve her türden kötülük ve yaratık
bulunabilir.”
“Fakat devriye gezmemizin anlamı ne?” diye sordu O’Connor.
“Bunu yaparak neyi değiştirebiliriz ki? Bir veya iki tanesini öldürsen bile, geriye milyonlarcası kalacak. Öyle değil mi?”
“Buraya bir farklılık yaratmak için gelmedik.” dedi Reece.
“Buraya Kralımız adına, onları varlığımızdan
haberdar etmek için geldik. Amacımız, onları, Kanyon’un yanına bile yaklaşmamaları için uyarmak.”
“Önce onların köprüyü geçmesini bekleyip, sonra da öldürmek kulağa sanki daha mantıklı geliyor.” dedi O’Connor.
“Hayır.” dedi Reece. “Onlar bunu denemeye bile kalkmadan kışkırtmak daha iyi bir fikir. Bu devriyelerin amacı da bu zaten. En azından Kendrick’e göredurum bu.”
Ormanın derinliklerine indikçe, Thor’un heyecanı da iyice artıyordu.
“Daha ne kadar gitmemiz gerekiyor?” diye sordu titreyen sesiyle Elden. Bu ağzını ilk açışıydı.
“Kolk’un ne dediğini hatırlamıyor musun? Kırmızı sancağı almadan geri dönmek yok.” dedi Reece. “Yeteri kadar ilerlediğimizi kanıtlamanın tek yolu bu.”
“Benim sancak falan gördüğüm yok.” dedi O’Connor.
“Hatta neredeyse hiçbir şey göremiyorum. Nasıl geri döneceğiz?”
Hiçbirinin buna verebileceği bir cevap yoktu. Thor da aynı şeyi düşünüyordu. Gecenin karanlığında şu kırmızı sancağı bulmanın imkanı yoktu. Acaba bu Lejyon’un yeni seçilenler
üzerinde oynadığı şu akıl oyunlarından
biri mi, diye düşündü Thor. Tekrar Erec’in söylediklerini, saraydaki düşmanlarını aklına getirdi. Bu devriye ile ilgili kötü hisleri vardı. Birileri onlar için bir tuzak hazırlamış olabilir miydi? Birden hepsini dehşete düşüren bir
çığlık sesi duyuldu ve hemen ardından çalıların arasında büyük bir şeyin çıkardığı hışırtılar duyuldu. Kınlarından çıkan kılıçların metal sürtünmeleri havayı doldurdu ve oğlanların hepsi
kılıçları çekilmiş ve tedirgin bir halde her yöne bakmaya başladılar.
“Bu da neydi?” diye bağırdı Elden dehşetle. Sesi çatlak çıkmıştı. Dev yaratık bir kez daha önlerinden geçti. Bu sefer neye benzediğini görmeyi başarmışlardı. Thor rahat bir nefes aldı, çünkü hayvanı tanımıştı.
“Sadece bir geyik.” dedi rahatlamış sesiyle. “Gerçi gördüğüm en garip geyikti ya, neyse.”
Reece insana güven veren, yaşına göre epey olgun bir sesle güldü. Bu geleceğin kralına ait bir ses, diye düşündü Thor. Yanında Reece gibi bir
arkadaşı olduğu için şanslıydı. O da güldü. Bir hiç için korkmuşlardı. Elden’la dalga geçen Reece,
“Korktuğun zaman sesinin böyle çatladığını hiç bilmiyordum.” dedi ve tekrar güldü.
“Eğer seni görüyor olsaydım, gebertirdim.” dedi Elden.
“Ben seni gayet iyi görebiliyorum.” dedi Reece. “Hadi, gel ve dene.” Elden öfkeyle ona baktı bir şey yapmaya cesaret edemedi. Bunun yerine
o da diğerleri gibi kılıcını kınına soktu. Thor, Reece’in Elden’ın üstüne gitmesinden hoşlanıyordu. Çünkü her eline geçirdiği fırsatta başkalarıyla dalga geçen Elden, bu muameleyi hak ediyordu. Reece’in Elden’dan korkmamasını da takdir ediyordu; ne de olsa Elden onun iki katı sayılırdı. Thor en sonunda üstündeki gerginliğin biraz kaybolduğunu hissetti. İlk karşılaşmalarını yaşamışlardı ve işte halen hayattaydılar. Korkacak bir şey yoktu. Gülerek, halen hayatta olduğu için mutlu oldu.
“Gülmeye devam et, yabancı çocuk.” dedi Elden. “En son gülenin kim olduğunu göreceğiz.”
Reece gibi sana gülmüyorum, diye düşündü Thor. Sadece hayatta olduğum için mutluyum.
Fakat bunu Elden’a söylemekle uğraşmadı; biliyordu ki ne söylerse söylesin Elden’ın ona olan nefretini değiştiremeyecekti.
“Bakın!” diye bağırdı O’Connor.
“Orada!”
Gözlerini kısan Thor bu karanlık gecede O’Connor’ın gösterdiği şeyi görmekte zorlanıyordu. Fakat en sonunda başardı; Lejyon sancağı. Bir dala asılmıştı. Hepsi birden ona koşmaya başladı. Elden ite kaka hepsini geçti. “Sancak benimdir.” dedi.
“Fakat ilk ben gördüm!” dedi O’Connor.
“Ama ilk alan ben olacağım. Ve tabii geri götüren de.” diye bağırdı Elden. Thor öfkeden kabardı; Elden’ın hareketlerine inanamıyordu. Kolk onlara
bayrağı getirenin ödüllendirileceğini söylemişti. Ancak bu Elden’ın hareketleri mazur göstermiyordu; çünkü bir takım gibi hareket etmeleri gerekiyordu. Elden’ın nasıl biri olduğu
iyice ortaya çıkmaya başlamıştı. Sancağı hepsi görmüş, fakat hiçbiri, bir diğerini egale etmeye çalışmamıştı. Elden hariç. Thor ondan daha çok nefret etmeye başladı. O’Connor’a dirseğiyle vuran Elden, diğerleri bir şey yapamadan ilerlemiş ve sancağı kapmıştı. Fakat onun sancağı
kapmasıyla beraber birden yerden yükselen bir ağ Elden’ı yukarı çekip, etrafını sardı. Elden kurtulmaya çalıştıkça ağ, bir sağa bir sola doğru
sallanıyordu. Kapana kısılmış bir hayvan gibiydi.
“Yardım edin! Yardım edin!” diye bağırıyordu dehşetle. Yavaşça ona yaklaşmaya başladılar;
Reece kahkahayı patlattı.
“Korkak olan kimmiş?” diye bağırdı Reece dalga geçercesine. “Seni pislik!” diye bağırdı Elden.
“Buradan inince seni öldüreceğim!”
“Hadi canım, ciddi misin?” diye alay etti Reece. “Ne zaman inersin peki?”
“Beni indirin!” diye bağırıyordu Elden. Bir yandan da ağın içinde debelenmekteydi.
“Size emrediyorum!”
“Demek bir de emrediyorsun, ha?” dedi Reece. Kahkahalar içinde kalmıştı. Dönüp Thor’a baktı. “Sen ne dersin?”
“Bence hepimize bir özür borçlu.” dedi O’Connor. “Özellikle Thor’a.”
“Haklısın.” dedi Reece.
“Bak ne diyeceğim.” dedi Elden’a.
“İçten bir şekilde özür dile. Belki o zaman seni
aşağı indirmeyi düşünürüz.” “Özür mü?” dedi Elden. Korkmuş gibiydi.
“Güneşler milyon kere batsa bile olmaz.”
Reece, Thor’a döndü.
“Belki bu şişkoyu gece burada bırakmalıyız. Hayvanlar için iyi bir ziyafet olacağından şüphem yok. Siz ne diyorsunuz beyler?”
Thor kocaman sırıttı.
“Bence bu harika bir fikir.” dedi O’Connor.
“Bekleyin!” diye bağırdı Elden. O’Connor uzanarak Elden’ın parmakları arasından sancağı çekti.
“Öyle görünüyor ki sancağı kapma yarışışında sonuncu oldun.” Üçü de ona sırtlarını dönüp,
yürümeye başladılar. “Hayır, durun!” diye haykırdı Elden.
“Beni burada bırakamazsınız. Bunu yapmazsınız!” Yürümeye devam ettiler.
“Özür dilerim” dedi ağlamaya başlayan Elden. “Yalvarıyorum! Özür dilerim!”
Thor dursa da Reece ve O’Connor ilerlemeye devam ettiler. Fakat Reece de en sonunda durdu ve Thor’a, “Ne yapıyorsun?” diye sordu.
“Onu böyle bırakamayız.” dedi Thor. Elden’ı sevmese bile bunu yapmak adice olurdu.
“Niyeymiş ki?” diye sordu Reece.
“Kendisi kaşındı.”
“Eğer ağdaki sen olsan,” dedi O’Connor, “seni seve seve orada bırakırdı. Niye onu umursuyorsun ki?”
“Anlıyorum, fakat bu onun gibi davranmamız gerektiğini manasına gelmez.” dedi Thor.
Ellerini beline koyan Reece derin bir iç çekişten sonra Thor’un kulağına doğru eğildi ve “Onu burada bırakmak gibi bir niyetim yoktu. En azından tüm gece boyunca. Fakat bir bakıma haklısın. Onun bunu kaldırabileceğini sanmıyorum. Büyük ihtimalle altına işer ve kalp krizi geçirirdi. Fazla naziksin. Bu ilerde sorun çıkarabilir.” diye fısıldadı. Thor’un omzuna elini koydu,
“Fakat seninle arkadaş olma sebeplerimden biri bu.” dedi.
“Ve benim de.” dedi O’Connor. O da elini Thor’un diğer omzuna koydu. Thor ağın yanına geldi ve onu kesti. Elden düşerek, yere sertçe çarptı. Zar
zor ayakları üzerine doğruldu ve delirmişçesine ağı üzerinden atmaya çalıştı.
“Kılıcım!” diyordu çılgıncasına,
“Nerede o?” Thor yere baktı ama etraf
göremeyeceği kadar karanlıktı.
“Yukarıçekildiğin zaman elinden fırlayıp dalların arasına gitmiş olmalı.” dedi.
“Neredeyse nerede. Artık bir kılıcın yok.” dedi Reece.
“Onu bulamazsın.”
“Anlamıyorsunuz.” dedi Elden yakaran bir sesle. “Lejyon’un tek bir kuralı vardır; asla silahını geride bırakma. Onsuz dönemem. Yoksa
atılırım!” Thor tekrar etrafı araştırmaya başladı. Ağaçların yanına, her yere baktı. Ancak kılıçtan hiçbir iz yoktu. Reece ve O’Connor ise bakmaya bile tenezzül etmiyorlardı.
“Üzgünüm.” dedi Thor.
“Onu göremiyorum.”
Elden da pes etti.
“Bu senin suçun.” dedi Thor’a. “Bizi bu pisliğin içine sen soktun!”
“Hayır ben sokmadım.” dedi Thor.
“Bunu sen yaptın. Sancak için koşan sensin. Hepimizi bir kenara attın. Kendinden başka bir suçlu arama!”
“Senden nefret ediyorum!” diye bağırdı Elden.
Thor’a saldırarak onu yakasından tuttu ve yere fırlattı. Elden’ın ağırlığı Thor’u hazırlıksız yakalamıştı. Thor yerde döndü ama Elden onu tekrar yakaladı. Elden o kadar iri ve güçlüydü
ki, Thor’un ona dayanması imkansızdı. Ancak birden Thor’u bıraktı. Thor kınından çekilen bir kılıcın sesini duymuş ve kafasını o yöne çevirdiği
zaman Reece’in kılıcını Elden’ın boğazına dayadığını gördü. O’Connor eğilerek Thor’a elini
uzattı ve ayağa kalkmasına yardım etti. Ayağa kalkan Thor iki arkadaşıyla beraber yerde yatan Elden’a bakıyordu. Reece’in kılıcının korkusundan, yerinden kıpırdayamaz haldeydi.
“Eğer arkadaşıma bir daha dokunursan,” dedi Reece olanca ciddiyetiyle, “bundan şüphen olmasın ki, seni öldürürüm.”
ŞİMDİ OKUDUĞUN
YÜZÜK KRALLIĞI - Ejderhaların Kaderi (ARA VERİLDİ)
Science FictionAsla 14 yaşında ki bir çocuğun hayalleriyle oynama! Yoksa gün gelir ölümü onun ellerinde bulursun Yüzük Krallığı'nın eteklerinde küçük bir kasabada yaşayan, 14 yaşındaki çok özel bir çocuğun etrafında dönen destansı bir yaklaşan çağ hikâyesi. Dört...