28

19 1 0
                                    

Yatak odasının kapısına inen yumruklara uyanan MacGil gözlerini araladı. Ancak uyanmamış olmayı dilerdi. Çünkü başı çatlayacak gibi
ağrıyordu. Güneşin güçlü ışıkları odasını aydınlatıyordu. Suratını gömdüğü yastıktan kaldırdı. Dün geceyi hatırlamaya çalıştı. Evinde,
kalesindeydi. Ardından ormandaki meyhaneye gitmiş ve haddinden fazla içki içmişti. Gene de bir şekilde buraya dönmeyi başarmıştı. Yanında yatan Kraliçe de yavaş yavaş uyanıyordu.
Kapı tokmağının sesi tekrar duyuldu.
“Bu saatte kim olabilir ki?” diye sordu Kraliçe. Rahatsız olduğu belliydi. MacGil de aynısını düşünüyordu. Özellikle avlardan sonra
uyandırılmaması için hizmetçilerini uyarmıştı. Birileri bunun hesabını verecekti. Büyük ihtimalle kahyamdır. Gene altınlarla ilgili önemsiz bir şey
söylemek için gelmiştir kesin. Gürültüye dayanamayan MacGil en sonunda,
“Vurmayı kes!” diye bağırdı. Yataktan çıkmış, dirsekleri dizlerinin üzerinde oturuyordu. Kirli saç ve sakallarının arasında elini dolaştırdı.  Kendine gelmek için uğraşıyordu. Eskiden olduğu kadar dayanıklı değildi. Yıllar etkisini göstermeye başlamıştı. Hatta aklından bir daha içki içmemeyi bile geçiriyordu. Zor da olsa ayaklarının üzerine doğrulmayı başardı. Üzerine cübbesini geçirip, kapıya doğru ilerledi ve açtı.
Karşısında en sevdiği komutanı Brom, yanında iki yardımcısıyla beraber karşısındaydı. Kral’ı böyle rahatsız ettikleri için kendilerini mahcup hisseden yardımcılar başlarını öne eğmişlerdi. Fakat komutan doğrudan Kral’ın gözlerinin içine bakıyordu ve suratında MacGil’in nefret ettiği o
kötümser ifade yerleşmişti. Dünkü gibi güzel bir günün ve iyi bir avın ardından aldığı bu tür kötü haberler, kral olmakla ilgili en çok nefret ettiği şeylerden biriydi. Dünkü av, ona, umursamaz ve
genç olduğu günleri hatırlatmıştı halbuki. Hele ki meyhanede yaptıkları o gece eğlencesi. Fakat şimdi bu şekilde uyandırılmak, kafasına yakaladığı tüm huzuru yerle bir etmişti.
“Sizi uyandırdığım için üzgünüm efendim.” dedi Brom.
“Öyle olmalısın zaten.” diye homurdandı MacGil. “Önemli olsa iyi olur.”
“Önemli.” Adamın suratındaki ciddi ifadeyi
görebiliyordu. Arkasına dönüp halen uyuyan kraliçeye baktı. Onlara içeri gelmelerini söyleyip, yatak odasının içinden başka bir odaya götürdü ve Kraliçe’nin rahatsız olmaması için kapıyı kapadı. Taht odasına kadar gitmek istemediği zamanlarda bu küçük odayı kullanırdı. Odanın camları vitraydı ve etrafa birkaç tane epey rahat koltuk serpiştirilmişti.
“Lordum, casuslarımız bildirdiğine göre bir grup McCloud askeri doğuya, Fabian Denizi’ne doğru atlarını sürüyorlar. Güneydeki keşif birliklerimiz ise kuzeye doğru ilerleyen imparatorluk savaş gemileri tespit ettiklerini söylüyorlar. Şüphesiz ki
McCloud askerleriyle birleşmek niyetindeler.”
Halen sarhoşluğu üzerinden atamamış olan MacGil, ona anlatılanları anlamaya çalışıyordu. “Ve?” dedi yorgun ve sabırsız bir halde. Kendi sarayında dönen bitmez tükenmez entrikalardan, söylentilerden ve dolaplardan bıkmıştı.
“Eğer McCloud’lar gerçekten İmparator ile buluşmak niyetindeyseler, bunun tek bir açıklaması olabilir.” dedi Brom.
“Kanyon’u aşmak ve Halka Krallığı’nı yıkmak.”
MacGil yıllardır tanıdığı komutanına baktı. Otuz yıldır beraber savaştığı adamın gözlerindeki ciddiyeti okuyabiliyordu. Aynı zamanda korkuyu
da. Bu onu rahatsız etti: ilk defa onu böyle korkmuş görüyordu. Yavaşça ayağa kalkan MacGil, camın önüne doğru yürüdü. Sabah
saatlerinde boş olan saray avlusuna baktı ve düşündü. Bugünün geleceğini en başından beri biliyordu. Fakat bu kadar çabuk olacağını düşünmemişti.
“Hızlı davrandılar.” dedi.
“Prensleriyle kızımı evlendireli daha bir gün bile olmadı ve sen şimdi beni devirmek için birlik olduklarını mı söylüyorsun?”
Brom içtenlikle,
“Evet lordum.” dedi.
“Başka bir sebep göremiyorum. Tüm belirtiler, bir çatışmanın değil, bir görüşmenin yapılacağı yönünde.” MacGil buna inanmak istemiyordu.
“Fakat bu hiç mantıklı değil. İmparator’a Kanyon’u geçiremezler. Niye yapsınlar ki bunu? Bir şekilde bizim tarafımızdaki kalkanı etkisiz hale getirmeyi başarsalar bile sonra ne olur? İmparator onları da ezip geçecektir. Asla güvende olmayacaklardır. Bunu bilmiyor
olmalarına imkan yok.
“Belki bir anlaşma yapacaklardır.” dedi sertçe Brom.
“Belki İmparator’u sadece bize saldırması için ikna etmişlerdir. Böylece Halka’nın kontrolünü kendilerine geçecek.”
“McCloud’lar bu hataya düşmeyecek kadar zeki ve sinsidirler. İmparator’un güvenilmeyecek biri olduğunun farkındalar.”
“Belki Halka’yı kontrol etmeyi o kadar çok istiyorlardır ki, bu riski göze almaya hazırdırlar. Artık kızınız da onların kraliçesi olacağına göre.”
MacGil bunu düşünmeye başladı. Kafası zonkluyordu. Şu an uğraşmak istediği en son şey buydu. Hele bu kadar erken bir saatte.
“O zaman senin önerin nedir?” diye sordu Brom’a. Muhabbeti kısa kesmek istiyordu.
“Bunu önleyebiliriz. McCloud’lara ilk saldıran biz olabiliriz. Derhal harekete geçmemiz lazım.”
MacGil adamın söylediklerine inanamamıştı. “Tam da kızımı onlarla evlendirdikten sonra mı? Hiç sanmıyorum.”
“Eğer saldırmazsak,” diye karşı çıktı Brom, “Mezarlarımızı kazmalarına izin vermiş olacağız. Bize saldıracaklarından şüphem yok. Şimdi olmasa bile, daha sonra. İmparatorluk ile güçlerini birleştirirlerse, yapabileceğimiz hiçbir
şey kalmaz.”
“Yüksek Topraklar’ı aşmak o kadar kolay değildir. Tüm geçitleri biz tutuyoruz. Bu onlar için bir katliam olur. İmparator’un yedek güçleri bile bu
durumu değiştiremez.”
“İmparator’un harcayabileceği milyonlarca adamı var.” dedi Kolk.
“Katledilmelerini umursayacaklarını
sanmıyorum.”
“Kalkan düşse bile,” dedi MacGil,
“Milyonlarca askeri Kanyon’dan veya Yüksek Topraklar’dan geçirmek ya da gemiye bindirmek öyle kolay bir iş değil. Böylesi bir hareketliliği çok
uzaklardan bile tespit edebiliriz. Avantaj bize geçer.” MacGil biraz düşündü ve devam etti, “Hayır, saldırmayacağız. Fakat biraz daha ihtiyatlı olabiliriz; Yüksek Topraklar’da ki devriye sayısını
iki katına çıkarın ve mevzileri güçlendirin. Ayrıca casuslarda iki katına çıkarılsın. Şimdilik diyeceklerim bu kadar.”
“Emredersiniz lordum.” diyen Brom, iki teğmeniyle beraber hızla odadan çıktı.
Başını ağrısı halen geçmeyen Brom camdan dışarı baktı. Kaçması imkansız olan bir kar fırtınası gibi ufukta yaklaşan savaşı görebiliyordu. Bunu hissedebiliyordu, ancak yapabileceği
hiçbir şey yoktu. Etrafına, sarayına, altında uzanan avluya baktı ve bunların daha ne kadar ayakta kalacaklarını düşündü. Şu an bir kadeh içki için yapmayacağı şey yoktu.

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: May 09, 2018 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

YÜZÜK KRALLIĞI - Ejderhaların Kaderi (ARA VERİLDİ) Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin