29. BÖLÜM

1.5K 155 13
                                    

Parmak boğumlarına...

Dudakları fay hattının üzerinde bulunan bir toprak parçasıymışçasına titredi. Saniyelik hareketlerini dikkatle izlerken o fotoğrafa gitmeyen elini aldırış etmeden sadece annemin eline bakıyordu. Mavi gözleri gözyaşı perdesinin ardında safir gibi parlarken gözyaşları kuvarstan bir damlacık olup yanaklarından aşağıya yuvarlandı. Eli gözyaşını silmeye bile gitmedi.

Annem Elem'den beklediği karşılığı alamayınca yavaşça yanına oturdu. Annemin her hareketiyle Elem'in gözler fotoğrafı takip etti, annem yanına oturduğunda ise parmakları fotoğrafa uzandı. Annem sanki fotoğraf aralarında bir bağmış da o bağı aktarmış gibi yeni bir bağ kurmak isteyerek Elem'in omzuna elini koydu.

Göz ucuyla babama baktığında o da bana döndü. Göz kapaklarının kapanıp açılması gibi küçük bir hareketle bana güç verdi. Karım, canım gözümün önünde ağlıyor, içi yanıyor, parçalanıyordu ama ben onu teselli edecek sözcüklere zihnimde dahi sahip değilim. Bunu başarabilecek sözcükler var mı, ondan bile emin değilim. İspatı olmayan bir şey, neden bilim adamları bunu da araştırmıyor? Neden her derde bir ilaç üreten bilim adamları devası birkaç sözcük olan hastalığın ilacının içeriğini araştırmıyor?

Elem annemin kollarında bir süre ağladıktan sonra uzaklaşıp fotoğrafı anneme göstererek kısık sesiyle konuşmaya başladı. "Bu fotoğraf ben de kalabilir mi?"

"Kalabilir kızım," Kutuya uzanıp birkaç fotoğraf daha çıkardı. Elem'e uzatıp gülümseyerek şefkat dolu sesiyle sözlerine devam etti. "Bunlar da sen de kalabilir."

"Teşekkür ederim." Elem elindeki fotoğraflara bakıp dudaklarını birbirine bastırdı, o an gözlerinden birer damla yaş daha düştü. Bu fotoğraflar onun yılları, acıları, dertleri, kederleri, hasreti, umudu, derdi, dermanıydı. Babası ona muhtemelen hiç göstermemişti annesini ve hiç beklemediği bir anda annesini somut bir varlık olarak görmek, onun neye benzediğini, nasıl gülümsediğini, gözlerinin ne renk olduğunu, saçlarının modelini bilmek dahası bu somut varlıkların ona verilmesi onu hem mutlu etmişti, hem de yıpratmıştı.

"Siz nereden anladınız annem olduğunu?" Gözleri annemle babam arasında gidip geldiğinde annem yerine oturdu.

"Annen benim en yakın arkadaşım, sırdaşımdı. Bir gün bana babanla bir ilişkisi olduğunu söyledi. Baban eskiden bambaşka biriydi, bakma böyle olduğuna. Eli ayağı yardımdan uzak kalamazdı. Annen adına çok sevindim, anneni de çok severdi, bunu bilmeyen yoktu. Zaman su gibi aktı, ikimizde evlendik. Bir gün hamile kaldığını öğrendik, nasıl sevindik, ne kutlamalar yaptık. Boran o zamanlar 7-8 yaşlarındaydı. Annenin hamileliği ilerledi ve yaklaşık 3. ayında doktor annene et tüketmediği için kanından bir şeyler bağlanamıyordu, tam anımsayamıyorum şu an adını ama doğumu çok riskliydi. Baban seni aldırmak istedi. Annene tedavi olup yeniden çocuk yapabileceklerini söyledi ama annen reddetti. Kürtaja hep karşıydı zaten. 'Allah'ın bize bahşettiği canı yok etme yetkisine biz sahip değiliz' derdi." Annem yutkundu, gözleri dolmuştu. Kahvenin en güzel tonu olan gözlerinde hüzün vardı. Omuzları derin nefesiyle kalkıp indi. "Seni doğurdu ama ortada sen yoktun, annenin doğurduğu gün biz de oradaydık ve hastane bize bebeği de kaybettiğimizi söylemişti. Baban yıkılmıştı ama beklediğimizden daha hafif tepkiler veriyordu. Sonrasında zaten biz babanın peşinde koştuk, baban kaçtı. O dönemlerde Doru'nun depresyonda olduğunu düşündük, elimizden geleni yaptık. Meğer o sadece seni saklamakla uğraşıyormuş."

"Annemin adı neydi?" Gözyaşları arasından genzinden gelen sesiyle annemin gözlerine baktı.

"Neşe. Neşe'ydi, adı gibi de neşeliydi. Onun olduğu ortamda gülümsemeyecek insan tanımıyorum."

"Neşe mi?" İnanamıyordu sanki, haklıydı da. Kendininkiyle bu kadar zıt bir isim beklememişti muhtemelen.

"Elem, iyi misin kızım?" Elem gözlerini kapatmış derin bir sessizliğe bürünmüştü ki babamın sözleriyle gözlerini açıp babama bakarak kafasını sallamıştı.

Yıkılmıştı, zaten titreyen bir binacık gibiydi, şimdi bir çöküntüden ibaret. Babam elini omzuna koyup gözleriyle Elem'i işaret etti. Bunun anlamını anlamam çok da zor olmadı. Elem'in şu an yalnız kalmaya ihtiyacı vardı ve babam yalnızlık biletini kesmişti bile. Annemin gözlerine baktığımda Elem'in saçlarını okşayarak kafasını salladı. "Hadi gel güzelim, biraz hava alalım, sonra da eve geçeriz."

Elem sanki bunu bekliyormuş ama bunu yapamayacak kadar yorgunmuş gibi davranarak gözlerini anında bana çevirdi ama usul usul kalktı. Elimi beline koyup onu yönlendirdim. Annemle babam arkamızdan gelmiyordu, gelseler garip olurdu zaten.

Onu arabayı bindirdiğimde benim bıraktığım gibi kaldığını fark ettim, işte o an ben ne yaparsam yapayım sesini çıkarmayacağını, fazlasını da yapmayacağını anladım. Usulca kolumu uzatıp emniyet kemerini bağladım. Kapısını kapatıp seri adımlarla kendi tarafıma dolandım. Elem, Karadeniz kadar hırçın olan güzelim, dalgasız berrak bir su gibi sakinleşmiş, durulmuştu. Gözlerinden her türlü duyguyu yansıtıyordu fakat en yoğunu Neşe'sinin hüznüydü.

Yüzündeki bakışlarımı çekip yola koyuldum ama her saniye yeniden dönüp yüzüne bakmak, iyi mi diye kontrol etmek isteğiyle doluyor içim. Çoğu zaman da bu isteğimi yerine getirip dönüp bakıyorum ama onun gözleri tek bir noktaya sahiplenmiş, boşluğuna bürünmüştü.

Tüm sessizliğimizle kendi evimize geldiğimizde Elem'in yine tepkisizce bekleyeceğini sanmıştım ama benden önce inip eve doğru ilerlemeye başladı. Büyük adımlarla ona yetişip kapıyı açtım. Tek bir kelime etmeden içeri girip yukarı çıktı. Ben daha merdivenlerin başındayken odaya gidip gitmemek konusunda kararsızlık yaşadım. Bana ihtiyacı olduğuna karar verip odaya yöneldiğimde duştan su sesi gelmeye başladı.

Usulca odaya girdiğimde yerdeki kıyafetlerini ve makyaj masasının üstündeki fotoğrafları gördüm. Ceketimi çıkarıp dilsiz uşağa astıktan sonra gömleğimin kırışacağımı umursamadan yatağıma uzandım.

Odanın ışığını yakmadan gecenin renkleriyle yetinerek tavanı izlemeye başladığımda zaman su gibi akıp geçmiş ne olduğunu anlamamıştım.

Elem üzerinde hiçbir şey olmadan banyodan çıktığında ben telaşlanıp toparlanmaya çalışırken o umursamaz tavırlarıyla bana yöneldi. Ne tepki vermem gerektiğini bilemeden öylece dururken Elem'in kadınsı dokunuşları bedenimde can buldukça kendimden geçtim, daha da tepkisizleştim.

Dolgun dudakları dudaklarımı hapsederken ruhum hürriyetini çoktan kaybetmişti.

"Elem," Boğuk çıkan sesim onu durdurmamış, aksine hızlandırmıştı.

Gecenin renklerindeki soğukluğa inat Elem'in ve benim renklerim bir alev topu gibi etrafımızı kuşattı. Dalgalı okyanusların hırçın sularında cayır cayır yanan bir alev topuyduk. Okyanus tükenmedi. Biz sönmedik.

*

Sizi seviyorum!

Mavi Vurgun | TAMAMLANDIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin