Ebral
Kalbime bir ateş bırakılmıştı. Yavaş yavaş sönerken ben acısından kurtulmamıştım. Közü sonsuz bir acı bırakmıştı yüreğimde. Acısına katlanıyorum. Böyle olmamalıydı. Benim düşüncelerim çok karışık. Ben ne yapacağımı ve ne hissedeceğimi bilmiyorum.
Balkondan öylece gökyüzünü izledim. Bir süre hissizce, hareketsiz bir şekilde kaldım. Bağırmak ve kaçmak istiyordum. Ben yok olmak istiyordum. Ben annemin yanına gitmek istiyordum. Onun bana sarılıp, "Her şey bir rüya..." demesine çok ihtiyacım vardı.
Üşümüyordum. Babam bilmiyordu cayır cayır yandığımı. İçimdeki közün tüm vücudumu ele geçirdiğini. Battaniyeyi usulca bıraktı omuzlarıma. Omuzlarımda yeterince yük vardı ağırlıktan başka bir şey değildi...
Ruhum yaralıydı. Yorgundu. Ben bu kadar güçsüz değildim. Ben asiydim. Ben üzülmeyecektim. Ben bir sınavdaydım o kazanmayacaktı. Ben bu yükün altında yok olsam da ona yenilmeyecektim. Kendime tokat attım. Defalarca. Babam elimi tuttu. Ben uyanmalıydım. Acı çekmemeliydim. Ben kendime gelmeliydim. Ben güçlü olmalıydım. Benim hakkım olan bir kuruşu bile o adama yedirmeyecektim...
Zaman acımasızdı. Hiçbir şey olmamış gibiydi. Her şey normal şekilde ilerliyordu. Ben çabalıyorum isyana düşmemek için. İçimdeki sesi susturup, Rabbime sığınıyordum...
Akşam yemeğinde yemeklere eşlik eden babamın kahkahası ruhumu doyurmuştu. Yine iştahsızdım ve lokmalar boğazımda düğüm oluşturuyordu. Yutamıyordum. Yemeğin ardından beraber film izledik ve film bitince babam çalışma odasına geçmişti, birikmiş işleri halletmek için. Bende odama geçip, kitap okuyarak uykumun gelmesini bekledim...
Annemin sesi, hiç duymadığım ses iliklerime kadar işlenmişti. Melodiyi takip ederek ilerliyordum. Benim gibi mutluydu; gökyüzü, kuşlar, çiçekler... Ormandaydım ve evim hep burasıymış gibi hissediyordum. Sesi takip ettim ve ilerledikçe yumuşacık zemin, huzurla kaplı olmasına rağmen çıplak ayaklarımın canını yakıyordu. Birden gök gürültüsü duyuldu, içimde kıyamet koptu. Yemyeşil ormanın yerini; kıpkırmızı kurak toprak karşılamıştı. Sımsıcaktı, ayaklarımda hissettiğim bedenlerin aksine, sobanın şefkatle kucakladığı kestane gibiydi. Yere çöktüm, annemin buz gibi soğuk ve donuk cesedi, ileride kuru dalda asılı babam, durmuyordum. İlerliyordum hıçkırıklarımla, sessiz çığlıklarımla. Çukur gibi bir yerde durdum Mehmet Abi'nin mezarı, delik deşik haline gelmiş bedeni. Elimde hissettiğim kanın soğukluğuyla birlikte bir ses duydum; "Bizi neden öldürdün?.."
Uykudan uyandığımda rahatlamıştım. Rüyaydı. Babamın şefkatle sardığı kollarında rüyanın etkisinden kurtulmayı çabalıyordum. Yaşananların izleri yok olmayacaktı. Nereye gidersem gideyim benimle birlikte kalacaklardı. Yine de babam beni korumak için taşınmamızı önermişti. Kabul ettim. Bu şehrin her yerinde acım vardı. Bu şehir çocukluğumun mezarıydı. Unutmak istiyordum tüm yaralarımı...
~~~
Uyumak istemiyordum. Babama anlatmamıştım rüyamı ama biliyordu, hissediyordu çektiğim acıları. Verdiği sütü içtim işe yarayamayacağını biliyordum. Dakikalar ilk defa bu kadar hızlı ilerledi ve benim gözlerim teslim oldu suçlu çocuk gibi uykuya...
Nefesim kesilerek uyandım. Bağırdım ben katil değilim, diyerek. Gözlerimi açtığımda, odamda değildim ve bana sarılan kişi babam değildi...
💢💢💢💢💢💢💢
Mehmet'ten
Bir hafta geçmişti. Gözlerimi açsam da ruhum kapalıydı, yaralıydı vücudum. Yaralarım sızlıyordu. Katlanıyordum şerefsiz dünyanın doğurduğu pisliğe, babama. Ilık duş aldım vücudumdaki kurumuş kanlardan kurtuldum acılarıyla, yenisi ekleneceğini biliyordum. İstediğini yapmayacaktım Ebral'i babasından ayırmayacaktım.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
ASĪ GELĪN (Wattys 2023)
SpiritualEbral: Kaderim boynumda kördüğüm olmuşken ben can çekişiyordum hayatın bana sunduğu tuzaklar ile. Ya ben yaşayacaktım ya da teslim olacaktım azrailime. Yaşım, canım, ben... Hiç bir zaman önemli olmadım onlar için. Ama ben vardım. Ben asi kişiliğimle...