Alim, göz bebeğine can verdiğim, sözlerine eridiğim, dudaklarında kaybolduğum, pazılarında güç bulduğum, baklavalarında doyduğum adam beni kapı dışarı eder gibi apar topar yollamıştı. Neymiş efendim gerginmiş ve ders yapamazmışız. Hayır yani biz zaten bu boks dersi olayını ne zaman tamamladık ki bugün de hayde bre diyebildik. Ay yok o kelimeyi güreşte sarf ediyorlardı sanırım. Boks da ne deniliyordu acaba, sanırım bu gidişle hiçbir zaman öğrenemeyecektim.
"Yenge ya yapma gözünü seveyim, bin işte şu arabaya."
"Binmiyorum Cengo bin mi yo rum. Abine kızgınım, kafasında topuklularımı paralayasım var."
"Yenge ona kızıp beni yakmak da nedir?"
"Sen şimdi onu arayıp yenge arabaya binmedi diyeceksin, o da bana kızacak hıncını senden çıkaracak. Sonra koşa koşa peşimden gelecek, ben ona yüz vermeyip trip atacağım. Tabi kavga tartışma falan derken dudaklarını uzatacak. Eee Elif durumu değerlendirme çalışmalarını hızlandırıp, özür mahiyetindeki öpücüğü kabul edecek. Sonrası ver takke al külah... "
Ben yine tabi zihnimin içinde cirit atan tilkilerin ağa babasını Cengo'ya yanlışlıkla takdim ederken, o bir al bir mor olmak üzere renkten renge girmişti. Adamın dudakları resmen masumluğuma hakaret niyetinde bir arsızlık kazandırmıştı bana. Yoksa ben gayet hanım hanımcık öpüşüksüz, dövüşüksüz edebimle takılıyordum.
"Yenge inan özelinize girmek istemem ama muhabbetin gittiği yeri sevmedim. Biz araca binip yolun götürdüğü yere gitsek."
"Seni yollar götürsün Cengo, seni Ali'nin demir yumrukları öpsün Cengo..." der demez gelen taksiye atlamış ve giderayak bir de şaşkın bakışlı tavşana el sallayıvermiştim.
Taksiciye okulun adını söyleyerek yolu seyre daldım. Üzerimi bile alelacele giydirmiş, onun yüzünden eteğim buruşmuştu. Alacağın olsun Alim demeden ondan alacağı olan şahsen ben olacaktım. Malum iki trip iki kafa gırgırlama seansı yanı sıra alacağım öpücük kısa günün topuklu hediyesi mahiyetinde olacaktı.
Taksinin ani fren yapmasıyla öne doğru savrulurken, bükülmeye meyleden tırnağım koltuğun kılıfına takılmıştı. Şaşkınlıkla neler olduğuna bakmadan önce narin ve kibar tırnağıma odaklanmıştım ki, kapımın aniden açılmasıyla ikinci bir şok hoş geldin der gibi serin rüzgârını yüzüme yüzüme vurdu. Kapının kulpuna yapışmış izbandutun bakışları hiç de hoş değildi. Şayet tırnağımı kurtarmış ama başka bir şeyimi feda edecek olacağımı düşünmeden edemiyordum.
"Neler oluyor ya?"
"Bizimle geliyorsun." dedi aymaz tavrıyla. Kimsin sen be adam, niye seninle geliyorum? Sanki manavdan elma seçip alıyor herif.
"Hadi ya ciddi misin? Yemek de yapayım mı, bak çok güzel tırnaklanmış ayı kızartırım, sonra tavada izbandutta çok lezzetli olur."
Adamın keskin bakışları şaşkın panda ifadesine dönüşürken, elini koluma atmış ve çekiştirmeye başlamıştı. Pençeleri kollarımı kavramış çekiştirirken inmekte inat eden ben değil araca takılan topuğumdu. Eteğimi tutmayı bırakmış ayakkabımı kurtarma derdine düşmüştüm. Şayet bu nadide ayakkabılarım Milano'dan babama zorla getirttiğim pembe bebişlerimdi. Derken gelen kırılma sesiyle kalbime inen evlat acısı kıvamında sızı ile elim ağrıyan başıma gitti.
Tanrım, tanrım! Sanırım kâbuslar âleminde en korkutucu rüyanın ortasındayım. Sanırım dolapta saklı kalan canavardan korkan çocuk misali, topuklu düşmanı izbandut canavarının eline düşmüş durumdayım. Hayır, hayır ben tam da şu an bu kahrolasıca acıya dayanamayarak bayıla yazacaktım....
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Demir Yumruk
HumorMizah içinde #1 Her bir yumruk inerken bir başka bedene, onun yüzüne aldığı her bir darbe benim yüreğime inmişcesine acı veriyordu. Normal olan bu muydu yoksa normalden uzak bir hayatın ortasına mı sürükleniyordu kalbim? Kimdi, neydi bu adam? Yumr...