Kanatları Dikenli Kuşlar

367 40 115
                                    

 ''Bir gün açılır açılmaz sandığın kapılar vurunca güneş
Bir karanlık daha erişti güne saat neredeyse beş
Sen aydınlığa ben sana hasret
Gel eritir demirleri bendeki ateş.''  

Kanatları Dikenli Kuşlar

''Eğer sanal bir ağda geziniyorsan, parmak uçlarında kimselere fark ettirmeden tüm dünyayı gezebilirsin, bir simülasyonun içinde olsaydık da, elimizi uzattığımız an istediğimiz yerde varlık bulabilirdik ama gerçek dünya böyle değil. Bedeninle ayak bastığın dünyada gerçek sınırlar var, hava limanları, arama noktaları ve sen bu aşamaları gerçeklikte geçebilecek kadar özgür bir adam değilsin.''

-Beni Vietnam sınırından itibaren saatlerce yürüttün.

-Başka yolu yoktu diyorum, ülkeye kaçak girmek zorundaydın, bilmediğin şeyler mi anlatıyorum sana şuan?

Duydukları ile öğle güneşine öfkeli bir bakış atan Minseok derin bir nefes aldı ama sızlayan vücudu öfkesini alevlendirdi:

-Bisikletle geçseydik, atla geçseydik ya atla, ata binip geçseydik, yürümemizin âlemi neydi?

Jackson yüzünü koruması amaçlı eline aldığı gazeteyi okurken dönüp hiç bakmadan Minseok'a cevap verdi. ''Birinin seni fark etmesi riskini göze alamazdık, hem sana da talim oldu işte.''

-Beni dört saat sınırda yürüttün.

-Ülkeye girmemizin başka yolu yoktu.

Minseok tekrarladı. ''Beni dört saat boyunca yürüttün.''

-Ben de seninle beraber yürüdüm. Minseok kendisine aymazca cevap veren Jackson'la daha fazla tartışmak istemeyerek hala ağrıyan bacaklarını ovuşturdu. Tayland'a, normal bir turist gibi ellerini kollarını sallayarak gelemeyeceklerini elbette biliyordu, hiçbir ulaşım aracı, ne uçak ne gemi onlar için güvenli değildi. Ama onunla beraber kaldıkları süreçte kafasındaki devrelerin yanık olduğunu artık anladığı Jackson'ın onları Vietnam sınırından itibaren yürüteceğini de hiç düşünmemişti açıkçası. Tayland sınırından geçerken yaşadıkları zorluklar ve verdikleri paralar ayrı bir olayken, oradan kiralık bir arabayla Bangkok'a ulaşana kadar koca bir günü devirmişlerdi. Dinlenmek için hiç zamanları kalmamıştı. Minseok çok yorgun ve uykusuz hissediyordu ama istediklerini elde etmek için tek bir şansları vardı, bu yüzden teyakkuzda bekliyorlardı. Tayland'dan içeri girdikten sonra bir günlüğüne kullanacakları kimlikler bulmak ya da konaklayacakları bir yer bulmak onlar için zor değildi ama bu kolaylıkların hiçbiri Minseok'a sınırda hem de ateş hattında yürüdüğünü unutturamazdı.

-Dönüşte botla geçelim.

-Dönüşte de yürüyeceğiz. Minseok aldığı cevapla sinirlenip oturduğu sandalyeden kalktı ve sigarasını alıp restorandan dışarı çıktı. Yüzündeki maskesi ve şapkası sayesinde, yanından yürüyüp geçen ve muhtemelen onun yüzünü her akşam haberlerde birkaç saniyeliğine gören insanlardan hiçbiri onu tanıyamıyordu. Minseok, taşlarına Jongdae ile bastıkları, sokaklarında onunla gezdiği bu şehirde olmayı özlemişti. Şimdi ona daha yakın hissediyordu kendini, sınırda yürüdüğü saatler, bu işin sonunun ölümle bitebileceğini anladığı ilk zamanlardı. Bangkok'un içinde olmak korkularını alıp götürmüştü ama daha üç dört saat önce, ölüm korkusunun tüm vücudunu nasıl sardığını hatırlamaması işten bile değildi.

Tayland sınırına yaklaştıkça Vietnamlı ve Tayland'lı askerlerin konuşlanma noktaları artıyordu. Küçük olanlar dışında üç tane büyük ateş hattı vardı iki ülke arasında ve Minseok Jackson'la beraber yürürken tam orada, o üç ateş hattından birinde, daha istedikleri hiçbir başarıyı elde edemeden, daha Jongdae'nin yüzünü bir kez daha öpemeden, kör bir kurşunla burada bir hain gibi ölebileceğini fark etmişti. Sınırdan sorunsuz geçmişlerdi ama farkındalık tek seferlik bir oktu, o yarayı alınca sonrasında bunu unutamıyordunuz. Minseok, yanına tek bir fotoğraf alıp çıktığı o evin kapısından bir daha asla sağ ve tam bir vücutla giremeyebileceğini artık fark etmişti. Bunu unutması ya da görmezden gelmesi mümkün değildi. Düşünürken yakmayı unuttuğu sigarayı paketine tekrar yerleştirip ceketinin iç cebindeki fotoğrafı çıkardı. Sürekli ele alıp sevilmekten yanları kırışmış fotoğraf içinde iki genç yüzü barındırıyordu. Fotoğraf evlilik yıl dönümlerindendi, yanakları birbirine değecek kadar yakınlaşıp poz vermişti Minseok ve Jongdae. Uzun süredir sevilmediğinden manevi nasırlar tuttuğunu düşündüğü parmaklarıyla, genç Jongdae'nin küçük yüzünü defalarca olduğu gibi yine kalbinde hüzünle okşadı. Kimse, hiç kimse iki aşığın hayatlarının bu noktaya gelebileceğini tahmin edemezdi. Meğer hasret ne acıydı, meğer sevdiğini kanatıyor olmak ne acıydı. Dolan gözlerini aceleyle silip fotoğrafı iç cebine geri koydu. Jongdae'nin fotoğrafta olsa dahi yüzüne uzun süre bakamıyordu. Hasret ağrısı boynuna asılıveriyordu bu fotoğrafa bakınca. Koşup Jongdae'nin yanına gitmek isteyen bacaklarını engellemek için aksi yöne dönüp tekrar restorandan içeri girdi. ''Bir dahaki sefere.'' diyerek kendini teselli etti.

Arayıp Bulmak Neyi Değiştirir?Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin