Bir vurgun bu sevda, günsüz başlar gecem
Uzanırken sana, tükendi bu bedenYüreğim bir sürgün, varmaz yolum sana
Ölümsüz dünyada, ecel ol al beni.Nefret har zaman saçma ve sebepsizdir.
Kim Jongdae, içindeki bütün farkındalıklarla yürüyordu, kalbinde ilk defa her hissi bu kadar anlayarak yaşamanın verdiği acıyla. Artık neden bunca üzüldüğünü, neden bunca özlediğini biliyordu, bilmesi ona bambaşka bir yara açmaktan daha fazlasını katabilmiş miydi? Sanmıyordu. Duydukları hala kulaklarında çınlarken şirketlerinden çıkıp son bir kuvvetle kendini ikinci evi gibi gördüğü yere atmıştı, üç yıldır bünyesinde bulunduğu tiyatroya. Büyük tahta kapının önünde Ken'i görünce, bir an dönüp gitmek istedi, içi öylesi doluydu ki sıçrayıp başkalarını da kirletecek diye korkuyordu. Kendi adımları durdu ama arkadaşı ona varıp uzun kolları ile onu sarıverdi. ''Hoş geldin kaçak.'' dedi Ken gülümseyerek. "Sonunda sana gerçekten neyin iyi geleceğini anlamışsın.''
Beraber makyaj ve kostüm için kullanılan özel odaya geçip karşılıklı oturdular. Jongdae uzun zamandır uğramadığı, dekorlarına dokunmadığı ya da bir başkasının kimliğine bürünmediği bu tiyatroyu ne kadar özlediğini kostüm odasına girince fark etti. Şuan başka biri olup, olduğu ve bildiği Jongdae'den saklanmayı öyle isterdi ki! İkinci dünya savaşından sağ çıkıp, sevdiği kız başkası ile evlendiği için evine dönünce intihar eden asker bile olabilirdi şuan. İçinde 'tekillik' barındıran, yalnızca kendisine değecek herhangi büyük bir acıyı, bu herkesin canına dokunan acıya yeğlerdi. O bunları düşünürken Ken arkadaşının moralinin bozuk olduğunun farkında, yüzünde şu sıralar oynadığı oyun için olan makyajını prova etmeye başladı, o sırada da belki aklını dağıtıp nefes almasını sağlar diye yanında etrafına hüzünlü gözlerle bakan Jongdae'nin eline bugün asıl buraya gelme sebebi olan senaryoyu tutuşturdu. Bir travestinin ve bir eşcinselin yaşadıkları zorbalıklar sonucu en sonunda beraber intihar etmelerini konu alan hikayenin, dili gayet sivri hatta yer yer küfürlüydü ve tam anlamıyla keskin bir içe dönüş ve sistem eleştirisi yapmayı hedeflediği açıkça belli oluyordu. Sayfalara göz atan Jongdae'nin okudukları ile şaşırdığını gören Ken oturduğu aynalı koltukta dönüp onu anladığını belli edercesine ''Bu senaryoyu bana beş ay önce getirseler çok ajite edici olmuş diye kabul etmezdim.'' dedi.
-Biraz, manipüle edici bir hikaye açıkçası, diye ilk yorumunu yaptı Jongdae. ''Ama biz de hali hazırda manipüle ediliyoruz zaten.''
Ken oyunda omuzuna yapacağı çiçeği eline yapmayı denerken alayla gülerek başını salladı. ''Hayatımın beş ay içerisinde bu kadar değişeceğini hiç düşünmezdim. Resmen bütün eşcinsel sanatçılar olarak sessizce aforoz edildik.'' Sağ elindeki fırçayı sertçe sol bileğine bastırırken sözlerine devam etti. ''Bunca yıl, o kadar ülke gezdim. Bu kadar manasız bir nefret görmedim.''
Jongdae oturduğu sandalyenin yanındaki sandalyeden pembe bir tül alıp küçük ellerine sararken ''Ben gördüm. Zaten nefret her zaman sebepsizdir.'' dedi. Bu cümleyi ilk bir muhabir kadından duymuştu, beraber oynadıkları oyun için kadınla konuşan genç Kyungsoo ve genç Jongdae'yi düşündü o an. Yurt dışında aldıkları ilk işti, çok büyük bir heyecanla gitmişler, kalplerinde bir ağırlıkla dönmüşlerdi.
-Kyungsoo ile benim savaş muhabirlerinin anıları ile ilgili oynadığımız bir oratoryoyu hatırlıyor musun? Ken ona dönüp başını sallarken Jongdae elindeki pembe tülü okşamaya devam etti. ''O zaman oyuna hazırlanmak için bir muhabirle konuşmuştuk. Kadın iç savaşın olduğu neredeyse bütün bölgelerde gazetecilik yapmış. Bize o zaman dair anekdotlar verirken Afrika'da geçirdiği iki yıldan bahsetmişti. Adını şimdi hatırlayamadığım bir ülkede bir yıl içerisinde farklı iki ırk arasında iç savaş çıkmış. Biri hutulardı sanırım diğeri tutsiler, isimlerini spesifik olarak hatırlıyorum çünkü ırklardan biri uzunca ve diğerine nazaran daha güzel, diğerleri ise kısa ama güçlü olarak tanımlanıyordu. Aynı ülkenin vatandaşı iki taraf da, tek farklılıkları buymuş. Çıkan iç savaşta kısalar uzunları, sadece tutsi oldukları için palalarla kesmişler, onlar birer hamam böceği ve onlar için kurşun harcamaya bile değmez deyip kafalarını kesmeyi tercih etmişler. Hayatında hiç pala gördün mü? Ben o zaman gittiğimiz müzede kullanılan palalardan birini görmüştüm. Üzerinde çok az kurumuş kan vardı, böyle insan kolu kadar bir bıçak, bütünüyle bir kafayı tek seferde keser. Kendi ülkenin vatandaşını sadece senden daha uzun diye palayla keser misin? Bebekleri ağaçlara futbol topu gibi vura vura öldürmüşler, kadınlara tecavüz edip sonra kesmişler ve bu tam bir yıl sürmüş, kimse de çıkıp 'Biz neden bunu yapıyoruz?' dememiş. Üç milyon kişi ölmüş, hiç sebepsiz. ''
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Arayıp Bulmak Neyi Değiştirir?
FanfictionArayıp bulmak neyi değiştirir? Karşımda duruyor suretin, gülü bitirir.