Aile nedir?

159 14 14
                                    

Denizler boşuna devinip duruyor bir çarşaf gibi

Gerip ufkunuza mavisini, çiçekler her bahar

Uyanışın türküsünü söylüyor da görmüyorsunuz.

Sizin adınıza dünyanın pek çok yerinde

İnsanlar dövüşüyor ellerinde yürekleri, bir ülke

Anlamıyorsunuz inançlarını, bir kez olsun düşünmüyorsunuz.

Şükrü Erbaş- Koşaradım

Jongdae, yeniden, rahatsız bir uykudan uyandı, uzandığı koltuk tıkılı kaldıkları büyük deponun içindeki görece en küçük koltuk olduğu için biraz sıkışmıştı

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.


Jongdae, yeniden, rahatsız bir uykudan uyandı, uzandığı koltuk tıkılı kaldıkları büyük deponun içindeki görece en küçük koltuk olduğu için biraz sıkışmıştı. Rahatsızlığının sebebi belki bu uyku, günler sonra Minseok olmadan uyuduğu ilk uyku olduğu için de olabilirdi ama o böyle düşünmek istemiyordu, Minseok olmadan uyunan uykulara tekrar alışmak istiyordu, keşke bunu mümkün kılmak, düşünmek kadar kolay olabilseydi. İçinde ne kadar fırtına koparsa kopsun, çekip gitmek kolay değildi, bu düşündüğü onu güldürdü, gitmek herkes için zor değildi, mesela Minseok için değildi.

Tam o an, bu düşünce yüzüne hafif bir gülümseme kondurmuşken, odanın kapısını açan eşiyle göz göze geldi. Yiyecek bir şeyler getirmiş ve içeri girmeye cesaret toplamak için odanın dışında bir süredir oyalanan Minseok, eşinin mütebessim yüzünü görünce bir an için onun kendisine gülümsediğini düşündü ve o da Jongdae'nin dudaklarını iki küçük kanca gibi yukarı kaldıran gülümsemeyi yansıtan bir ayna gibi kedi gözlerini kısarak tebessüm etti. Jongdae zaten kapının dışından gelen ayak sesleri yüzünden uykusundan uyandığı için onun uzun süredir orada oyalandığını anlamıştı, içinden bir ses onun kendi mütebessim yüzünü görünce güneşe dönen ayçiçekleri gibi aydınlanan yüzüne kıyamasa da, kırgın olan tarafı baskın geldi ve yüzündeki mütebessim ifade kendini boşluğa bıraktı. Minseok da kapının önünde aptal gibi sırıtarak durmayı bırakıp içeri doğru tek elinde taşıdığı tepsiyle bir adım attı ve boğazını temizleyip ''Çok uzun süredir uyuyorsun.'' diyerek başladı söze, vakit neredeyse öğlen olmuştu. Jongdae ona yalnızca başıyla bir onaylama verdi ve çocukça bir inada girmektense tepsiyi eşinin elinden alıp üzerindekilere bir göz attı, tahinli çörek ve hibisküs çayı. Çörekten bir parça koparıp ağzına atarken alışkanlıkla hibisküs çayını kast ederek ''İçine karanfil attın mı?'' diye sordu.

-Hayır, bulamadım ama mutfaktaki buzlukta donmuş portakallar vardı, biraz ısınmasını bekleyip kabuğunu rendeledim, çok hafif oldu, iye açıkladı Minseok, günlük hayatlarından rutin bir konuşma gibiydi.

-Sen hibisküs çayı yapmayı nereden öğrendin?

-Baekhyun tarifini bırakmıştı, bizi ziyarete geldiğinde.

Jongdae lokmasını yutarken başını sallayıp tabii der gibi gülümsedi, onun ve kendisinin arasında iplik gibi mekik dokuyup hiç fark ettirmeyen arkadaşlarından biri de Baekhyun idi, bunun için ona kızmaya vakti bile olmamıştı.

Arayıp Bulmak Neyi Değiştirir?Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin