Teni yıkılan ilk sen oldun, bir mevlevi hüznün ardından
Bak en güzel en güzel kadınlar, çekiliyor aşktan
Hiç kimseye dokunmayan bir hüznün ortasında durdun
Ey ilahilerle beslenen uzaklık
Bize dokundun mu?
Lale Müldür
Jongdae huzursuz düşüncelerle daldığı uykusundan o gün ikinci kez uyandı. Başını yana tembel bir hareketle döndürünce eşinin yanında olmadığını gördü, uykuya dalmaya yakın hissettiği korku yerini bulmuştu. Bu sebeple, Seoul sınırları içerisinde yaşamaya başlayalı epey bir gün geçse de hala kanıksamakla yabancılamak arasında gidip geldiği küçük üniversite evinin yatak odasından acele adımlarla dışarı çıkıp balkona doğru ilerledi, balkonun kapısına başını yasladı ve sabahı kendisi gibi sessizce ağırlayan kalabalığa baktı.
Minseok ile aralarında geçen küçük sürtüşmeden sonra tekrar uyuyup uyandığı için başı biraz bulanıktı ama evden sabahın erken saatlerinde çıkan güruhtan genç Sehun ve Jongin'in eve döndüğünü, eşininse hala ortalarda olmadığını görünce içini tanış bir korku kaplamış, bu korku ve gerginlik onun tamamıyla uyanık hissetmesine yetmiş, sıcak yatağından kaldırıp onu yüzünü bile yıkamadan balkona kadar getirmişti.
-Minseok nerede, dedi evinin misafirlerine günaydın demeye gerek görmeden. Gün onun için henüz aymış değildi çünkü.
Sehun, başını Baekhyun'un kendisine bir şeyler gösterdiği bilgisayar ekranından bir saniyeliğine kaldırıp "Çörek alıyordu, birazdan gelir." diye cevap verdi ev sahibine. Baekhyun, başını kaldırıp duyduğu cevapla içi rahatlamadığından adı gibi emin olduğu Jongdae'ye güven verircesine gülümseyip Sehun'un söylediklerini başıyla onayladı, normalde olsa mutlaka bu tembel sabah sessizliğini bozmak için bir iki laf gevelerdi ama Sehun'un yanında olmak onu kendi alışıldık gürültülü halinden uzaklaştırıyor; daha dingin bir sessizliğe sahip olmasını sağlıyordu, dünya üzerinde kurması gereken bütün cümleleri dün Sehun'a kurmuşçasına konuşma ihtiyacı hissetmiyordu. Jongdae aldığı cevapla başını onaylarcasına sallayarak dün gece bıraktığı halleriyle duran misafirlerine teker teker göz attı;
Jongin, kalçasını balkonun demirlerine yaslamış uykulu gözlerini ovarken kardeşiyle telefonda konuşuyordu, küçük çocuk Jackson'ın kardeşini getirmeye gitmişti muhtemelen, Jongdae bunu dün gece odadaki konular kendi kalbinin içindeki direkleri eğriltip içini sıkmaya başlamadan önce yapılan konuşmalardan birinden biliyordu. Başını sağa çevirip beyaz demir pervazlara ayaklarını koymuş dışarıyı uykusuz gözlerle izleyen Kyungsoo'ya baktı, aynı anda Jongin'in de bir yandan telefonun karşı tarafındaki kişiyi dinlerken göz ucuyla arkadaşına baktığını fark etti ama aktörün yanına ilerleyip onun kısa, sabah mahmurluğu ile biraz karışmış koyu kahverengi saçlarını okşarken Kyungsoo'ya bunun hakkında bir şey sormadı. Birbirine yabancı bu iki insanın neden dün gece bugünün sabahına dönerken eve sessizce döndüğünü de sormadı. Herkes kendi işi ile meşguldü ve bu sabah kimseciklerin konuşası yoktu anlaşılan, üzerlerine ölülerin yası çökmüş gibiydi, henüz kimse güne başlayıp; unutmuş gibi, yokmuş gibi davranma haline geçememişti. Hala ellerini saçlarında dolaştırdığı Kyungsoo da normalde böyle temas içeren hareketlere asla müsaade etmezdi, seninle aynı havayı solumak cildime yeterince zarar veriyor bir de gereksiz tensel temaslarda bulunmayalım der ve Jongdae'nin elini iterdi ama yapmamıştı. Bu da yakın arkadaşının aklı, kafasındaki kısa kahverengi saçlara değen ellerin parmaklarını küt diye kırıveremeyecek kadar dolu demekti. Bir eli hala Kyungsoo'nun saçını okşarken diğer elini altındaki gri eşofmanın cebine atıp telefonunu çıkardı ve kafasında dönüp duran ve onu uyandıran sorunun cevabını kendisi duymak için Minseok'u aradı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Arayıp Bulmak Neyi Değiştirir?
FanfictionArayıp bulmak neyi değiştirir? Karşımda duruyor suretin, gülü bitirir.