''seni de vururlar bir gün ey acı
uçuşup durduğun kanatlarından
sazın, sözün, türkülerin tükenir
ellerin koynunda kalakalırsın''* Ferman Karaçam gibi acıyı da bir gün vururlar, acı da bir gün biter diyor ve sizi üç günlük kıyametin ikinci günü ile baş başa bırakıyorum.
Kıyametin Üç Günü (2)
Başından aşağı dökülen su ile sıçrayarak uyandı, yarım gecedir istirahat ettiği hücreye son kez temiz bir dayak yiyip getirileli çok olmamıştı. Bulunduğu küçük deliğin duvarının en yukarısındaki camdan sızan ışığa bakılırsa henüz güneş yeni yeni doğuyordu. Islak yüzünü ovuşturup kendi iradesi ile ayılmasına izin vermeden kendisinden kısa iki polis memuru onun geniş bedenini tutup ayağa kaldırmışlardı. Hakaretler ederek sorgu odasına götürmek için bir gecedir konuk olduğu hücreden ilk çıktığı anda, yaptığı fedakarlık için şimdiden pişman olduğunu hissetti. Hiçbir vicdan azabı insanın özgürlüğünü birinin eline teslim etmesine karşılık olamazmış, bunu anlamıştı. Akşam apar topar getirildiği bu karakolda avukatını çağırmadan ve kimse ile telefonda görüşülmesine izin verilmeden önce bir güzel dövülmüştü. Polis memurlarından tıknaz olanı, şuan kendisinin sağ kolunun etini hala sanki kişisel bir husumetleri varmış gibi sıkmaya devam eden ve kendisine küçümseyici bakışlarla bakan adam, onu dakikalarca cop ile dövmüştü. Genç adamın darbelere karşı açık ve savunmasız geniş bedeni ilk kez tadıyor olduğu bu acıyla kıvrandıkça adam daha da hırslanmış ve daha da hızlı vurmuştu. Mahkum edilmeyi hatta tek kişilik hücreye tıkılmayı dahi anlayabiliyordu ama konuşacak enerjisi kalmayıncaya değin dövülmeyi hak ettiğini sanmıyordu. Gerçi neyi hak edip etmediğinin de bilincinde değildi. Gece boyunca o kadar çok kez ''Yalnızdım, ben öldürdüm, arkadaşımı savunuyordum.'' diye yalan söylemişti ki, gerçek artık kafasında o kadar da net değildi. Karakolun zemin katında muhtemelen yazılı bir kural olmasa da teröristler ve gerçekten kötü adamlar için yapılmış sorgu odasına ikinci kez girdiklerinde dün gece kendisiyle konuşan komiser şefi alaycı bir sesle ''Günaydın efendim.'' diye söze başladı.
-Rahat uyudunuz mu?
Chanyeol kanlanmış büyük gözlerini adama kaldırıp yorgun bir bakış attı, fıtratında böyle öfkeli ataklara karşılık vermek olmadığı için sessiz kaldı. Yalnızca ''Artık avukatımla görüşmek istiyorum.'' diye fısıldadı kendi bedeninden beklenmeyecek kadar kısık bir sesle.
-Gelecek gelecek, görüşeceksiniz. Yalnız biz seninle mesai başlamadan bir kere daha konuşalım istedik, dedi omuzları bol yıldızlı ceketinde Jian Lui yazan adam. ''Belki hücrede geçirdiğin bir gece seni akıllandırmıştır, eğer doğruları söylemezsen hayatının bundan sonra nasıl olacağına dair küçük bir ön gösterim olmuştur senin için.'' dedi uykusuz olduğu belli olan sesiyle. Chanyeol ondaki bu geceden sabaha kadar birikip daha da artmış olan öfkeyi, kendisi ile ilgili hiçbir yasa dışı bilgiye rastlamamış olmasının verdiği çaresizliğe bağlıyordu. Hayatından tek bir suç dahi işlememiş bir adamdı Chanyeol, trafik cezalarını bile geciktirmeden öderdi. Şimdiyse bir işkence odasında kan oturmuş yüzündeki boş ifade ile karşısındaki komiser şefine bakıyor, ona meydan okuyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Arayıp Bulmak Neyi Değiştirir?
FanfictionArayıp bulmak neyi değiştirir? Karşımda duruyor suretin, gülü bitirir.