TOLSTOY ve SONYA
''Fakat inan bana, seni kimse o kız kadar, yani benim kadar, olduğum ve senin için hep öyle kalan ben kadar köle gibi ve bir köpeğin sadakatiyle kendini adayarak sevmedi, çünkü yeryüzünde hiçbir şey kuytuluklardaki bir çocuğun fark edilmeyen sevgisiyle karşılaştırılamaz. Stefan Zweig.''
Jongdae, Minseok'un çalışma panosundan yere düşmüş bu kahverengi eski kâğıdı yerden alıp, ezbere bildiği eski yerine yapıştırdı. Son zamanlarda eşinin çalışma odasına pek nadir giriyordu artık, çünkü bu onu, bütünüyle Minseok'a ait ve hala sanki içeride bir yerlerdeymiş gibi taze olan bu odaya girmek onu, çok yoruyordu, özellikle de içinde Minseok yokken. Yine de kendini kaçırıp sığdırabileceği başka bir yer bulamamıştı koca evin içinde, aslında ilk başta yatak odasına gitmek maksadıyla yukarı çıkmıştı, koridordan geçerken de takvimin yaprağını koparmıştı. Sonunda o günün gelip çattığını sanki fark etmemiş gibi, sarı takvim kâğıdında görünce bir kez daha şok olmuştu ve Minseok'un kaybolmasının üzerinden tam olarak üç ay geçmiş olmasının şaşkınlığı onu sonunda bu odaya sürüklemişti. Masasının üzerinde hala gitmeden önce aldığı fırının faturası vardı. Böyle bakılınca gerçekten bu odayı asla düzenlemediğini fark etti Jongdae, haftalardır eli ayağı değil ruhu o kadar yoruluyordu ki, tutup burayı kol gücüyle temizleyecek kuvveti kendisinde bulamamıştı.
Minseok'un annesi Yerin Hanım'ın daha Bangkok'a adım attığı ilk gün, Jongdae'nin haftalar sürecek serüveni başlamıştı. Minseok'un annesi ilk gün evine gelip onun şaşkınlığını fırsat bilerek evde terör estirmişti. Site sakinlerinin bile duyacağı kadar yüksek bir sesle olmadık hakaretler eden kadın, karşısında ona ne yapacağını bilmeyerek şaşkınlıkla bakan Jongdae'ye demediğini bırakmamıştı. Jinyoung, karşı evden Jongdae'nin Minseok'un annesinin karşısında neredeyse fenalık geçireceğini görünce asıl büyük kıyamet kopmuş, Jinyoung güvenliği çağırıp kadını siteden dışarı attırmıştı. Bu olanları yediremeyen Yerin Hanım ise bir hafta sonra eve bir peyzaj mimarı ile gelip, evi aldığında buraya bir kış bahçesi yaptıracağını söylemişti. Ama daha o güne gelesiye kadar öyle sık ve çirkin telefon konuşmaları yapmışlardı ki, artık kaşarlanan Jongdae, fenalaşmak yerine bu sefer peyzaj mimarını yaka paça evden çıkarınca karakolluk olmuşlardı. Jongdae haftalarca Yerin Hanım'ın duduluğu ile uğraşırken çok yıpranmış, zamanın nasıl su misali akıp gittiğini ise fark etmemişti. Zaten Minseok'un annesi ile kavga etmesi dışında bu süreç, polisin bulduğu her izin peşinden gitmesi ama bir sonuç elde edememesi, Rose'un karnının daha da büyümesi, Jinyoung'un şirket işleri ile uğraşırken kafayı yememesi için onu rahatlatmaya çalışmaları ve Sicheng'e yapılan haftalık ziyaretlerde onun günden güne daha da zayıfladığını izlemekle geçip gitmişti. Rölantide akıp giden bu zaman, Minseok'un Jongdae'ye bıraktığı tek gerçek şey olan sözleşmenin de vaktinin geldiğini gösteriyordu. İlk zamanlarda anlaşmalı boşanmaya hiç yanaşmayan Jongdae, tüm bu olanlardan sonra Yerin Hanıma karşı yapabileceği en iyi hamlenin bu olacağını fark etmişti. Günlerce eni konu düşünmüştü ve o sözleşmeyi imzalayıp Minseok'tan kâğıt üzerinde de olsa boşanmasının, Yerin Hanım'ın planladığı hiçbir kötülüğü yapmasına mahal vermeyeceğine karar vermişti. Bu yüzden bugün önce karakola, sonra da tapu dairesine kendisi yerine giden arkadaşları ve avukatının elinde, üzerinde Jongdae'ye ait bir imza olan anlaşmalı boşanmaya dair sözleşme vardı.
Jongdae bugün, ne bir imzasıyla yedi yıllık bir aşk hikayesini bitirmeye kudreti olan bir kağıt parçasının yasını tutmak istiyor, ne de Minseok'un annesinin ona sarf ettiği sözlerin üzerine uzun uzun düşünmek istiyordu. Minseok'un odasındaydı, onun en son okuduğu kitaplara dokunuyordu. Minseok'un okuduğu kitapların arasına ayraç olarak bir dolar sıkıştırmak gibi garip bir huyu vardı, Jongdae de onun pati izlerini takip eder gibi kitapları karıştırıyor en son hangi kitabı okuduğunu arasına koyulan paralardan bulmaya çalışıyordu. Aynı anda üç kitap okurdu Minseok genelde, biri tarih kitabı olurdu ya da siyaset, bunun dışında bir de şiir kitabı ve roman okurdu. Kendi zihnini boşu boşuna dolduracak hiçbir bilgiye açmazdı, bu yüzden okuduklarını uzun uzun not aldıkları hariç beğenmediyse zihninden silerdi. Jongdae şimdi elinde Tolstoy hakkında bir kitabı elinde tutarken Minseok'a dair hatırladığı şeyler onu gülümsetiyordu. Kitabın üzerine uzunca notlar alınmıştı, altları turuncu kalemle çizilmişti, Tolstoy'un Sonya ile evliliğinden bahseden bir yazı da iliştirilmişti arasına. Gerçekten merak etmiş olmalı, diye düşündü kendi kendine. Jongdae bu kitabı okumamıştı ama Tolstoy'un 83 yaşında öldüğünü biliyordu ve eşi ile ne kadar severek evlendiklerini, sonra araya Tolstoy'un sahip olduğu ideolojik düşüncelerin girdiğini ve zamanla Tolstoy'a göre karısı Sonya'nın onu sevmeyi, Sonya'ya göre de Tolstoy'un onu sevmeyi, onunla dertleşmeyi bıraktığını. ''Kim bilir, ben de Minseok'un Sonya'sıyımdır belki.'' diye mırıldandı kendi kendine. Ağzından bir anda çıkan bu cümle onu güldürmüş, içine saplanan acıyı bu gülüş saklamıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Arayıp Bulmak Neyi Değiştirir?
FanficArayıp bulmak neyi değiştirir? Karşımda duruyor suretin, gülü bitirir.