O kuş o dala bir kere konar.

294 39 115
                                    




her akşam yaya geçiyorum bütün Ankara'yı
okuyarak bildirilerini direnen öğrencilerin
bakarak yırtık afişlere, şarkıcı resimlerine,
nereye gitsem içimde bir geç kalmışlık duygusu
bu yüzden bir saat erken gidiyorum gideceğim yere
ne zaman, nerede ve nasıl bilmiyorum, ama birden
yaşamın korkunç bir hızla değiştiğini düşünüyorum
ve ikimizin aynı kişiler olmayacağımızı yarın.

O kuş o dala bir kere konar.

Tokyo'da sabah saat on sularıydı, güneş yeni yeni sıcaklığını hissettiriyordu, sabahtan beridir bir ayaz tutturmuştu şehri, sıralı müstakil evlerin bulunduğu sokaktaki tek tük ağaçların yaprakları bu sabah ayazıyla oradan oraya savrulurken Baekhyun üzerindeki siyah cekete biraz daha sarınıp gergince takip ettiği gencin arkasından yürümeye devam etti, adımlarını aceleci atıyordu, bir yandan da on adım kadar uzağında olduğu genci süzüyordu. Sehun ile yaşıt olmalıydı, boyu onun kadardı, belki biraz daha kısa. Üzerinde kahverengi eski bir deri ceket vardı, pejmürde bir duruşu vardı ama arkadan göründüğü kadarıyla geniş bir vücuda sahipti, yine de Sehun'un ki kadar değil. O kafasının içinde ikisini karşılaştırmaya devam ederken genç çocuk, Baekhyun'un aradığı bahçe içindeki eve doğru adımladı, dış kapıdan içeri girdi. Baekhyun da onun arkasından bir dakika kadar bekledikten sonra etrafına şöyle bir göz atıp tek katlı müstakil evin kapısını üç kere yavaşça çaldı. Tak tak tak.

Kapının sesi duyulduğu sırada Minseok, Jongin'in ''Ben ne zaman gideceğim, burada haddinden daha uzun kaldık.'' sorusuna ''Bilmiyorum sıfatına tükürdüğüm, gelir gelmez başladın.'' diye cevap veriyordu. Sehun evin balkonunda bir yandan Jongin'e laf anlatırken bir yandan da yeni aldığı mızıkasıyla uğraşan Minseok'a ve üzerindeki ceketi çıkarmaya uğraşan Jongin'e son bir bakış atıp geniş hole doğru çıktı. Üzerinde Jackson'ın üniversite zamanlarından kalma bir kapüşonlusu, altında da mavi bir kapri vardı, çorap giymediği ayaklarına bakarken bir yandan da yavaş yavaş adımlıyordu. Evin kapısını Jackson'ın arkadaşlarından biri gelmiştir diye düşünerek rahatça açtı. Karşısında ise Byun Baekhyun'u gördü. Siyah ceketinin ceplerine ellerini sokmuş, ceketiyle eş renkte saçlarıyla kapının tahtasına yaslanmış içindeki gerginliğe zıt olarak ona muzip bir ifadeyle bakıyordu.

-Senin ne işin var burada, dedi şaşkınlıkla Sehun. Teklif beklemeden içeri doğru adımlayan küçük adam ''Yeni ev ziyareti.'' diye alaycı bir dille söyledi.  Sehun eli hala açık olan kapıda şaşkınlıkla ona bakarken, elini Sehun'un elinin üzerine koyup kapıyı yavaşça kapattı. Yanağına hızlı bir öpücük kondurup hızlı adımlarla koridoru aştı. Koridor boyu geçtiği bütün odanın kapılarına şöylece baktı, en sonunda salona girdiğinde balkonun kapısında duyduğu sese kalkmış Minseok'u gördü, üç ay sonra. Bir an için sarılmaya yeltendi kolları ama durup ona baktı ve şuan muhtemelen ekru evin penceresinden sokağı öylece izleyen Jongdae'nin gözleri hatırına gelince arkadaşına ''Seni şuan öyle dövmek istiyorum ki.'' dedi bilinçsizce. Minseok başını yana eğip güldü burukça ''Ben de seni özledim, kardeşim.'' dedi.

Yarım saat sonra hepsi ellerinde hibisküs çayı ile mutfağın balkonunda oturuyorlardı. Baekhyun evden ayrılırken son anda Jongdae'nin çantasına sıkıştırdığı hibisküs otu kavanozunu, her ne kadar Minseok'un gırtlağına yapışmak istese de buraya gelirken özlemiştir diye düşünerek yanına almıştı, Jongdae onun için bir parça kağıda tarifi de yazmıştı. Ev sakinlerinin sessizliğinden boğulunca o da mutfağa geçip hibisküs çayı yapayım bari demişti, kağıttan baktığı kadarıyla otu karanfille kaynatmıştı, şimdiyse fincandan çayı koklayan Minseok'u izliyordu, bakalım mutfak dolabına magnetle yapıştırdığı Jongdae'nin el yazısı tarif kağıdını ne zaman fark edecek diye düşündü, sonra da o da özlemiş olmalı dedi kendi kendine. Sadece hibisküs çayını da değil üstelik.

Arayıp Bulmak Neyi Değiştirir?Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin