Bin okumaya ulaştık ve daha sadece beşinci bölümdeyiz! Bu n'asıl bir şeref? Çok teşekkürler, keyifli okumalar!
Sinan, elinde tutup sıktığı davetiyenin şemalini epey bozmuştu. Üç hafta öncesine ait bu davetiye, yılların yorgunluğunu taşıyor gibiydi artık. Her yanı bükülmüş, Sinan'ın kendine zarar verdiği anlardan yadigâr kan damlalarıyla donatılmıştı.
"Sinan," diyerek içeri giren Hale'ye çevirdi bakışlarını. "Hasta edeceksin kendini, bir şeyler ye."
Sinan, gözlerini kıstı ve karşısındaki kadına bir paçavraymış gibi hissettirmeye çalıştığı bakışlarını atmaya başladı.
"Sen n'asıl bir ruh hastasısın Hale? Sana, seni istemediğimi daha kaç kere söylemem gerek?"
"O yaralar iyileşene dek, yanındayım. Sıkıysa gönder."
Sinan, gözlerini devirerek bacaklarına dikti bakışlarını tekrar. Sağ ayağının bileğinde bir çatlak ve sol dizinde de çürükler ve ezikler vardı. Sol kolu çıkmış ve daha sonra, büyük acılar eşliğinde takılmıştı yerine.
An itibariyle de, yalının yüksek konforlu(!) odalarından birinde Hazım Egemen'in denetimi altındaydı ve bundan fena hâlde sıkılıyordu.
Hale'yi kovmuştu defalarca, Hazan'ın karşısında küçük düşmesine sebep olan bir kızı istemiyordu yanında; yine de Hale gitmiyordu. Yapışmıştı yakasına.
Bu hâllerinden, onun da Nil gibi Sinan'a takıntılı olduğu trajedisi çıkıyordu ortaya.
Sinan, alaycı bir kahkaha attı. "Sen de hastasın. Bir normali bulsa beni, şaşacağım."
Hale kendi kendine sırıtırken elindeki tavuk çorbasını karıştırıyordu. "Bulmuştu, ama terk ettin. Salaklık sende."
"Tüm şansımı da sen yiyip bitirdin."
"Senin zaten şansın kalmamıştı, ben sadece bizim bir şansı-"
"Biz mi? Ne bizi Hale? Hayatıma ne ara girdin onu bile bilmiyorum? Üç haftadır peşimdesin ama kim olduğunu bile tam olarak bilmiyorum!"
"Sizin şirkette çalışıyordum Sinan, Gökhan Bey'in asistanıydım."
"O zaman bana da Sinan Bey de. Peşimi de bırak."
"Bırakamam, onca zamandır gözünün önündeydim ama beni görmedin. Artık kaçamazsın. Özellikle de kendine bu kadar zarar verdiğin şu dönemde peşini asla bırakmam."
Sinan, karşısındaki kadının babasıyla konuştuğunu ve onu bir şekilde bu cici kız rolüne inandırdığını biliyordu. Ne dese fayda etmemişti zaten. Hazım Egemen, Sinan'ın n'asıl bir batakta olduğunu hissedebiliyor ve bu yüzden ona iyi gelebilecek herkesi çevresinde tutmaya özen gösteriyordu. Bunu Sinan istemese bile...
Üç gece evvel, alkollüyken yaptığı kaza yüzünden de; iyice göz önünde olmaya başlamıştı Sinan. Hem medya için hem yalı halkı için.
Sadece, tuhaf biçimde Yağız için önemli olmamıştı. Sinan, yıllardır gerektiğinde tek başına yanında durmuş bu vefalı adamın; neden kendinden bu kadar uzaklaştığını anlayamıyordu. Evet son zamanlarda araları iyi değildi, fakat Yağız hiçbir zaman ondan bu kadar uzaklaşmamıştı.
Her konuda müsamaha gösterirdi Yağız ona. Ve Hazan'la ilgili tartışmış olsalar da Sinan, Yağız'ın bu ani uzaklaşışının altında başka bir sebep arıyordu.
Ve çaresizce bulmayı umuyordu.
-
Yağız, masasında duran ufak figürde gezdirdi gözlerini. Ufacık bir çocuk, omuzlarında yeşiliyle ve gökten çalınmış mavisiyle bir dünya; yüzü yorgun, dudakları karşı koyamamış hüzne... Çocuğun ak alnında gezdirdi parmağını. İçini titreten huzursuzlukla doğrulurken, o figüre her baktığında n'asıl oluyordu da farklı şeyler hissediyordu; bunu düşündü.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ruh Sarmalı [YağHaz]
FanfictionHayatını Sinan Egemen'le birleştirmeyi yeğlemiş Hazan Çamkıran'ın hayatı, bir anda umulmadık şekilde değişti. Zira geçmişin karanlığından biri, ona gerçek olduğunu sandıklarının yalan olduğunu öğretti.