Bu bölümde belirtilen marka ve hakkındakiler hayal ürünüdür. Gerçekte böyle bir şey var mıdır yok mudur bilemem, benim tasavvurum böyle. Bunu göz önünde bulundurarak okuyunuz. Keyifli okumalar!
"Bu belayı kendi başına sen sardın Hazan Hanım. Çekeceksin cezanı." diyerek anahtarı deliğe soktu Hazan, plazaya girdiğinden beri söyleniyordu.
Bu durumda onu biraz mutlu edecek tek şey, daireye biraz erken gelip Yağız'ın eşyalarını karıştırmaktı.
Böyle şeyleri yapmazdı Hazan, normalde. Ama Yağız, eline evinin anahtarını tutuşturduğunda içindeki dürtüye engel olamayacağını hissetmişti.
Kilit, klik ederek açıldığında burnuna dolan ferah koku eşliğinde kapıyı ittirdi. Zenginlerin evleri, Hazanlarınki gibi rutubet kokmuyordu. Hazan, buna hazırlamıştı kendini. Lakin bu güzel koku... Hiç kirlenmemiş, doğadaki saf hâliyle önüne serilmiş bir denize ait gibiydi, burnunun önünde dolaşan koku.
Yüzünde huzurlu bir tebessümle içeri attı adımını Hazan, kapıyı arkasından çektiği sırada dairenin-buraya başlı başına bir saray diyebilirdi Hazan- içini görme fırsatı bulmuştu.
Üzerine gümüş rengi ufak sayılar yapıştırılmış 150 numaralı daire, Hazan'ın ayaklarının altından göğe dek yükseliyordu işte o an. Hazan, bir evden bu kadar etkileneceğini söyleseler inanamazdı. Dizilerde bir şeyler görüyordu. Fakat ona çok zevksiz gelen o zengin evlerinin Yağız'ınkiyle uzaktan yakından ilgisi yoktu.
Koca İstanbul'un bir tablo gibi camlara tutunduğu bir duvar vardı karşısında. Ki duvar demeye bin şahit isterdi Hazan. Tamamiyle camla kaplanmıştı ve onu görene dek Hazan, bunun hayallerini süsleyecek manzara olduğunu bilmiyordu.
Dudaklarında alık bir gülüşle adımlarını içeri yöneltti.
Yağız'ın zevkine bir kez daha hayran kalmıştı. Mobilyalar, ahşap detaylı olmalarına rağmen oldukça modernlerdi ve Hazan bu sentezden epey hoşlanmıştı.
Yağız, dışarıdan gece ayazı gibi görünmesine rağmen içinde yılın her günü sıcacık kalan yemyeşil bir ada taşıyordu. Dört yanını, dışına maharetle sergilediği oyunculukla tüm anakaralardan ayırmış yetenekli bir adamdı o.
Her şeye rağmen ailesine düşkünlüğünü, şöminenin üzerindeki raflara yerleştirilmiş ufak, uyumlu çerçevelerin içindeki resimlerde görebiliyordu Hazan.
Birinde, zamanında Sinan'la incelediği aile albümünden tanıdığı Sevinç Hanım vardı. Bir diğer çerçevenin içine Gökhan, Selin ve Sinan'ın mutlu bir fotoğrafı; diğerinde Hazan'ın tanımadığı alımlı bir kadınla çekilmiş olduğu bir fotoğraf vardı.
Hazan, kaşlarını çatarak o fotoğrafın üzerinde gezdirdi parmaklarını.
Kıskandığını belli etmeden sormayı başarmayı not etmişti aklına, bu fotoğraftaki kadının kim olduğunu Yağız'a.
Bir diğer çerçevede, Hilâl ve Aytaç'la çekilmiş bir mezuniyet fotoğrafı vardı Yağız'ın; ki Hazan, an itibariyle epey yakışıklı olan sevgilisinin üniversite döneminde üst düzey çirkin olduğunu görüp deli gibi gülmüştü.
Fakat şöminenin kenarında, oradan düşecekmiş gibi duran bir başka çerçeve yüzüstü kapatılmıştı oraya.
Oradan kaldırılmamış fakat göz önünde bulunması da istenmemişti.
Hazan, merakla elini çerçeveye uzatmıştı ki, telefonu çalmaya başladı.
Bir süre, fotoğrafı açmak istese de Yağız'ın hayatına saygı duyması gerektiğini düşünerek onu bırakarak zırıl zırıl öten telefonuna koştu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ruh Sarmalı [YağHaz]
FanfictionHayatını Sinan Egemen'le birleştirmeyi yeğlemiş Hazan Çamkıran'ın hayatı, bir anda umulmadık şekilde değişti. Zira geçmişin karanlığından biri, ona gerçek olduğunu sandıklarının yalan olduğunu öğretti.