20.Bölüm: "Empati"
"Baba! Canım acıyor, yalvarırım yapma...Ne olursun. Ne olur vurma artık!''
"Ben sana sözümü dinleyeceksin demedim mi! Niye inat ediyorsun oğlum? Hoşuna mı gidiyor benimle zıtlaşmak? O küçücük beyninin içinde beni yendiğini mi düşünüyorsun yoksa?''
Çocuk ağzını açıp adamı yalanlayamadı bile. Sadece ağlıyordu. O kadar çok ağlıyordu ki hem de bir çeşit kriz geçiriyor gibiydi. Yüzü sırılsıklam olmuştu göz yaşlarından.
"Dinlemezsen seni buna pişman ederim demedim mi?" Masadaki içki şişesini alıp küçük çocuğun düştüğü yerin tam yanına attığında cam şişe parçalara ayrılarak etrafa dağıldı.
Oğlan çocuğu irkilirken korkudan kalbi hızlı hızlı çarpıyordu. "Özür dilerim, baba. Özür dilerim, özür dilerim...Bir daha yapmayacağım. Yemin ederim dinleyeceğim sözünü. Vurma baba. Ne olur vurma...Vurma baba.''
Adam, pantolonunun kemerini hızla çıkarırken büküp iki eliyle tuttu.
"Baba!"
"Kes lan pezevenk!" Çocuğu tek eliyle yakasından tutup silkeledikten sonra hızla sırtına kemeri indirdi. ''Bağırma, ağlama! Ağlamanın ardına sığınma!''
"Baba!" Oğlan çocuğu acıdan iki büklüm olurken daha fazla ağlamamak için direndi. Ağladıkça daha çok vuruyordu. "Lütfen yapma, canım çok acıyor!"
Adam durmadan kemeri küçük çocuğun sırtına geçirirken oğlan çocuğunun acısı büyüdü, büyüdü, boğazında yumru oldu, çığlık bile atamadı, haykıramadı.
Bir sünger gibi çekti tüm acıyı, pisliği. Şişti, şişti, şişti. Sıksalar akacaktı tüm kir ama kimse eline böyle bir leke bulaşsın istemedi.
"Baba," Diye fısıldadı bir kez daha. "Ben sana ne yaptım?" Artık yalvarma evresini bırakmış sorgulama, isyan evresine geçmişti.
Kemer darbeleri kesildiğinde çocuk biraz olsun rahatlayacak gibi olduysa da babasının şömineye ilerlediğini gördüğünde acıyan yerleri sızladı. Kabusu bitmemişti.
Babası ıslak odunu eline alıp sallarken küçük çocuk dişlerini sıkıp bekledi.
Zar zor ayağa kalkabildiğinde yeniden düşmeyeceğini garanti edebilmek isterdi.
''Vur!'' Diye bağırdı. ''Vur baba vur! Ağlamayacağım söz. Söz baba vur!''
Islak odun sırtına değdiğinde çocuk sendeleyerek yeniden yere düştü. Toparlanmak istedi, toparlanamadı ama sesini de çıkarmadı. Tüm gücüyle sıktı dişlerini.
"Baba...Vur...'' yüzü koyun düştü yere. ''İnsan çocuğuna kıyıp da vurur mu baba? Yoksa ben senin oğlun değil miyim?''
Sesini bile çıkaramadan, müstakil bir evin bodrum katında, dışarıdaki fırtına göğü ikiye bölmüşken dayak yemeye devam etti. Ta ki babası hırsını alana ve yorulana dek.
Adam en sonunda nefes nefese geri çekildiğinde küçük çocuk nefes almakta zorluk çekti. Nefes alamama sebepleri ayrı olsa da ikisi de ölecek gibi hissediyordu. Sanki biri çocuğun sırtına koca koca iğneler batırıyordu her nefes aldığında. Canı çok yansa da öksürdü birkaç defa.
Adam küçük çocuğun yanına dizlerinin üzerinde çöktü ve kulağına yaklaştı. "Sanma ki bitti," dişlerini sıkıp altın kahve gözlerini kendisi gibi bakan oğlunun iri gözlerine dikti. "Dedenle büyümüş, onun prensipleriyle yetişmiş olabilirsin," küçük çocuk yutkunurken adam hafifçe gülümsedi. "Ama sen benim oğlumsun."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ALTIN KANAT
General Fiction"Herkes iyi biri olduğunu söyler. Göremedikleri şey, onlara hiç kötü olma fırsatı verilmediğidir." Ben İzgi Tanyel. Ve gücümün bittiği yerde adım başlar.