1. Bölüm:"Ölümün Soğuk Nefesi"

102K 4.5K 1.3K
                                    

Güzel ilginiz için teşekkür ederim, keyifli okumalar dilerim ❣

#Melike Şahin Deli Kan

Zaman, akrebin koynuna günleri saplamış, yelkovanın bağrına hazin bir örtü sermişti. Güneş, göğün yakalarını yakmış, ay buna boyun eğercesine sessizliğe gömülmüştü. Ruhumdan yükselen saf acıyı hissettim. Kalbimin tuttuğu yasa, benliğim eşlik ederek, içimde savrulan ölü anıları, dar ağacına yatırıyordu.

Üşümüş bacaklarıma göğsüme yasladım. Üşümek, bu duyguyu hissetmeyeli ne uzun zaman olmuştu. Damarlarımdaki kanlar sanki buz tutmuştu, bu yüzdendir ki sıcaklık ölmeye razı bir organım gibiyken, soğukluk en can alıcı varlığımdı. Bu gece ilk defa, bedenim bana ihanet ediyordu. Buz tutmuş kanıma bir kor parçası düşmüştü; yakarak üşütüyordu.
Ucuna kıvrıldığım yatağıma uzanmaya ve gözlerimi göğe dikmeye devam ettim. Açık camdan içeri giren soğuk hava, yüzümü sertçe yalayıp saçlarımı havalandırdı. Şubat ayının keskin havasını içime çektim.

Fersiz gözlerimi, odadaki sessizliği bozan saate çevirdim.

Tik tak, tik tak...

Zaman, bir avuç ecel hevesi yutmuş gibi geçiyordu, son birkaç saatim kalmıştı.
Yüzümü yastığa gömdüm, birkaç saniye soluğumu tutup bekledim. Ciğerlerim nefes almam için yalvardı, umursamadım. İçimde kokuşmaya yüz tutmuş cesetler vardı benim. Ölen, zavallı duygularımdı, failiyse bendim, tüm duygularımı uzun yıllar önce öldürmüş, hiçbirine ulaşamıyordum.

Başımı yastıktan kaldırdığımda, kesik kesik nefeslerim odada çınladı. Gözlerimi yumdum tekrar. Az kalmıştı. Aşina olduğum olayları izlemeye başladım. Gökyüzü, mürekkep damlatılmış gibi hızla siyaha boyandı, gece en karanlık vaktini aldı. Bu güneşin doğmak üzere olduğunun kanıtıydı. Tenim, karıncalanmaya başladı.

Tüm organlarım tutkulu bir yangın gibi alev almış, cayır cayır yanıyordu. Bu sıcaklık anlatamadığım kadar garip bir histi.
Güneş yavaş yavaş göğe yükseldi, sokak lambaları, içimdeki ışıklar gibi söndü. Kısa bir süre sonra etrafı muazzam bir kızıllık sardı. Dakikalar geçti, saat yarıya bölündü, yelkovan akrepten bir köprü kurdu ve o köprüde saat altıydı.

Gözlerimi kapadım, içimde yükselen ateşin, tenimde donduran soğuğun acısı daha fazla yükseldi. Bu tezatlık sanki beni öldürüyor daha sonra dirilterek benimle alay ediyordu, bedenim şu saniyelerde bu değişimin elindeki kukla gibiydi; yazılan oyunun kölesi...

Kalp atışlarım hızlandı, anormalliğin en üst düzeyinde atmaya başladı. Sanki kilometrelerce durmadan koşmuşum gibi çarpıyordu, her an kaburgalarımdan çıkacakmışçasına. Soğuk terler, bedenimde bulanan tüm hücrelerden akarken, bedenim su içinde kaldı, nefesi haram belleyen ciğerlerim feryat figandı.

Dudaklarımdan dökülen iniltiler, kısa süreli kapanan zihnim ve hemen ardından çıkan fırtına... Odamı saran rüzgarla beraber bedenim yer çekimine meydan okuyarak yükseldi, açılmayan göz kapaklarım ardından nabzım durdu.

Birkaç saniyelik ölümün ardından tekrar dünyaya döndüm ama artık annemin küçük kızı olan Rüveyha değildim. Minik, savunmasız bir kelebektim. Küçükken dinlediğimiz ütopik masallara benziyordu benim hayatım ama masallarda anlatılanlar gibi saat on ikiyi bulunca bir prensese dönüşmüyordum ben, sabah altı olunca bir kelebeğe dönüşüyordum.
Tabiatım gereği açık kalan pencereden dışarı süzüldüm, narin kanatlarım soğuğa inat hızla çırpınmaya başladı. Artık ömrüm kanatlarımda asılıydı. Bir ucube gibi yaşıyordum.
Amaçsızca tüm gün uçtum, sıcak bir yere sığınma isteğini göz ardı ediyordum. Kelebek suretinde zaman algım olmuyordu, kendimi pek kontrol edemiyor, olması gerektiği gibi yaşıyordum.

KELEBEK KUYTUSU-Feraşe  (ASKIDA)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin