ELISSA MILLER

316 84 14
                                    

Tam anlamıyla mutlu olmak için gereken tek şey içinde bulunduğumuz anı, geçmişteki diğer anlarla karşılaştırmaktan vazgeçmektir.

- Andre Gide

Tarih: 23/05/2018
Sky, Pinnacle

Saat gece on iki civarıydı, bilgisayarımdan hastenemiz adına gelen e-postaları cevaplamayı yeni bitirmiştim. Bıkmadan hepsini okuyup olabildiğince dikkatli bir şekilde yanıt gönderdim, yapmak da zorundaydım çünkü hastanemiz adına çok önem taşıyordu ve her yıl bu iş genelde sadece bir doktora verilirdi. Bu yılın talihlisi de bendim. O kadar çok mail vardı ki işimi bitirdiğimde parmaklarımı ve kollarımı hissetmiyordum, aynı şekilde beynimi de. Sonra aklıma bir şey takıldı, uzun süredir istediğim bir şey.

"Yapacağım bir şey vardı benim. Neydi, neydi? Unutursam çok üzülürüm sonra da tüm gece aklımdan çıkmaz."

Aniden gelen bilgi huzmesi ile sarsıldım ve bilgisayarıma not aldığımı hatırladım. Hemen notları açtım, istediğim şeyi gördüğümde evde ufak çaplı bir deprem olmuş olabilirdi. "İşte buradasın, iyi ki bu tip durumlara karşı önlem almak için not etmişim. Bütün hafta bu anı bekledim, şu mailler yüzünden az kalsın unutacaktım."

O kadar merak ettiğim şey ne miydi? Geçmişim de denebilirdi. Geçmiş nasıl ifade edilebilirdi? Somut bir varlıka mı? Yaşanmışlıklar bir şeyin içine sığabilir miydi? Sadece bir kesiti miydi? Hayır, hayatımın ta kendisiydi.

Aceleyle odama çıktım. Bir hafta kadar önce büyükannemlerin evinde bulduğum, on dört yaşında yazmaya başladığım ve tek bir sayfası bile boş kalmayacak şekilde itina ile doldurduğum eski günlüğümü bulmuştum. Bir haftadır bakmak için zamanım olmamıştı, aslında biraz da cesaret bulamamıştım. Bu bahaneydi sadece biliyordum ama o günlüğün kapağı ile birlikte geçmişimi açmak da zor gelmişti işte. Hepimiz öyle değil miydik? Kendimizi tatmin etme, rahatlatma yöntemlerimiz değil midir bahaneler?

Onu bulduğum andan itibaren bana büyükannemden hatıra kalan tek şeyin içinde özenle saklamıştım, bir sandıkta. Bu, basit ve sıradan bir şey değildi. İçinde binlerce kilo altın olan bir sandıktan daha değerliydi benim için, tıpkı günlüğüm gibi. Yıllarca deli gibi onu aramıştım, artık tamamen ümidimi yitirmek üzereyken birden karşıma çıkmıştı. İlk kez öylece karşımda görünce duraklamıştım, kanım çekilmişti sanki. İçimde bir çığlık kopacak sanmıştım ama çığlık atmak bir yana dursun bağıramıyordum bile, sesim içime kaçtı zannetmiştim. Gözümden bir damla yaş süzülmüştü, o yaş da tıpkı geçmişteki gibi istemeden de olsa günlüğümün üzerine düşmüştü. Galiba kaderi buydu onun, bundan kurtuluşu yoktu. Mutluluk, üzüntü, korku derken insan ağlamaya ne kadar müsait bir canlıydı?

Günlüğü ilk gördüğümde bilerek incelememiştim. Bakmak ve görmek arasındaki farkı o an net bir şekilde anlamıştım çünkü dakikalarca bakmıştım ama hiçbir şey görmemiştim. Yıllardır görmediğim için sakin ve huzurlu bir ortamda incelemek istiyordum.

Nihayet o an gelip çatmıştı, ev sakin ve huzurluydu. Günlüğümü sandığın içinden kibarca çıkarıp alt kattaki salona indim, içeri girer girmez kapıyı kilitledim ve bana en yakın kanepeye oturdum. Okumak için sabırsızlanıyordum. Derin bir nefes aldım, tam incelemeye başlayacakken geçmişteki derin yaralardan yayılan ve göğsümü kavuran bir sızı hissettim. Kuvvetli bir ses bu işe hiç başlamamam konusunda uyarıda bulunuyordu sanki ama tükenmek bilmeyen merakım baskın gelmişti, kalbimdeki sızı ile incelemeye başladım.

Günlüğün o yıllanmış kapağını ilk açtığımda bir süre ellerim tutmamış, bacaklarımı hissedememiştim. Sanki bulutların üzerindeydim, uçuyordum. Birkaç dakika sonra ancak kendime gelebilmiştim, tam anlamıyla kendime geldiğimde de yavaş yavaş sayfaları açmaya devam ettim. Sayfaları çevirdikçe yoğun toz tabakası havaya bir bulut edasıyla yükseliyordu, yılların getirdiği tozlar... Elimde olsa her sayfasına yazarken hissettiğim hisleri, bulunduğum yerin atmosferini de eklerdim.

GÜNLÜK Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin