Dün gece olanları en yakın arkadaşım Cassie'ye anlattığımda, karşımda çıldıracak gibiydi. Benden çok daha fazla dehşete düşmüştü. Ama bunun olumsuz düşünceler uyandıracak türden bir dehşet olduğunu söyleyemezdim. Benden heyecanlıydı sadece. Elbette benim de içim kıpır kıpırdı, ama bunun boş bir kıpırtı olmasından da korkuyordum.
Sonuçta bana bakıp sadece gülümsemişti. Bu kadar. Sonra sigarasını bile bitirmeden onu söndürüp aşağıya atmıştı ve içeriye gitmişti. Perdelerini hemen kapatmıştı. Ne bekliyordum ki? Dün geceden önce beni fark edip etmediğini bile bilmiyordum. Büyülü bir şekilde Reina'dan ayrılıp kendini hemen tuhaf bir röntgencinin kollarına atacak değildi.
"Lütfen artık bir şeyler yap, lütfen, lütfen, lütfen!"
"Yapamam," dedim başımı iki yana sallarken. "Bu çok ezikçe. Sadece bana bakıp gülümsedi diye yeşil ışık yakmış sayılmaz."
Cassie sadece gözlerini devirmekle yetindi. Okulun anlaşmalı olduğu yemek şirketinin yemekleri gerçekten de berbattı. Cassie ve ben her ne olursa olsun pizza yerdik. En azından yemekhanedeki bu günüme kadar önüme getirilecek her türlü pizzayı mideme hiç sorun çıkartmadan indirebileceğimi düşünüyordum. Ama şimdi tepsimdeki pizza dilimine sadece bakıyordum. Çünkü kupkuruydu, bir kağıt kadar inceydi ve keşke malzemeden de bu kadar çalmasalardı. Domates soslu kızarmış ekmek yiyordum sanki.
Hem biraz da bahaneler türetmeye başlayarak Cassie'nin dikkati bu konudan dağılsın istiyordum. Çünkü önündeki pizza dilimi yerine, başımın etini yemeye çok müsaitti. Eğer buna bir başlarsa bir daha asla susmayacağını biliyordum. Okuldaki son senemizin teknik olarak artık son şansımızın olduğu ve bunu da iyi değerlendirmemiz gerektiğiyle ilgili sıkıcı bir nutuk çektikten sonra, kendi şansını kendin yarat kısmına geçiş yapacaktık. Ki o nutukla kıyaslandığı zaman çok daha sıkıcıydı.
Ve ben bunları hiç kaldıracak gibi değildim.
Önündeki pizzayı işaret ederken, sahte bir dehşete düşmüşlük ifadesi sergiledim. "Aman tanrım, o zeytinlerin üstündeki salyangoz sümüğü mü yoksa?"
Cassie bir ara gerçekten rol yapıp yapmadığımı ayırt edemeyecek kadar dehşetli ifademe inanmıştı. Ama hemen sonra bunun yapmacık olduğunu fark ettiğinde, tepsiyi masanın ucuna kadar itekledi. Hatta kendininkini iteklemekle kalmayıp benimkini de itekledi. Gözlerimin içine tüm ciddiyetiyle bakarken omuzlarına dökülen kahverengi saçlarının dalgasını düzeltti.
"Konuyu dağıtma."
"Dağıtmıyorum, hatta bak orada fare var—"
"Jane!"
"Pekala, tamam," ellerimi teslim oluyorum dercesine havaya kaldırıp masanın üstüne geri bıraktım. Cassie'den kurtulamayacağımı acı da olsa bir kez daha anlamıştım.
"Sen ezik bir kız değilsin. Zekisin, erkekler zeki kızlardan hoşlanır."
"Cassie, sen Cher Horowitz değilsin ve ben de Tai değilim," dedim gözlerinin içine bakarken. "Beni onu dikizlerken yakaladı. Bildiğin röntgencilik yaparken bastı. Gerginliğini belli etmemek için gülümsemiştir. Hiç hoş bir şey değildi çünkü."
"İyi de Calum Hood çapkın bir çocuk zaten, kendisini şu anda seyreden on çift göz bulabilirim."
"Kalabalıkta dikkat çekmek başka, evinin penceresinden dikizlenmek başka."
Alt dudağını dışarıya doğru kıvırdıktan sonra yeniden normal haline döndürdü. Düşünceli bir tavır takınmaya başladığında, sonunda benim bakış açımdan bakmayı başardığını anlamıştım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
You Belong With Me || hood
Fanfiction"İkisi de konuşmuyordu. Ama ilk andan beri aralarında sözcükleri gereksiz kılan çok iyi bir iletişim kurulmuştu."