Bilinmeyen Numara: Saatlerdir o masada oturmaktan sıkılmadın mı?
Telefonuma gelen mesaj bildirim sesiyle tüm konsantrem bozulmuştu. Amerika tarihi ödevini yapmakla uğraşıyordum. Sıkıcı bir Cuma gecesinde olmamıza ve ertesi güne yetiştirmek zorunda olmadığım bir ödev olmasına rağmen, son güne sıkıştırabileceğim kadar basit de değildi. Oldukça kapsamlıydı ve şimdiden bitirip, hafta sonu boyunca başvurabileceğim üniversitelerin internet sitelerini biraz karıştırmak istiyordum.
Telefon ekranımdan mesajı okuyana kadar yazan kişinin Cassie olabileceğini düşündüm. Çünkü Cassie dışındaki hiç kimseyle mesajlaşmıyordum. Sınıf grubu ve geçen yıllardan kalma bilgi yarışmasına katılan öğrencilerden oluşan sohbet grupları hariç. Gerçi onlarda da konuşuyor sayılmazdım. Hepsini sessize almıştım.
Önemli bir şey olduğu zaman Cassie zaten bana söylüyordu.
Ama gelen mesaj Cassie'den değil, rehberime kayıtlı olmayan bir numaraydı. Kim olabileceğine dair elimde çok fazla seçenek yoktu. Şu anda masamda oturduğumu ve bunu saatlerdir yapmakta olduğumu bilme şansına sahip sadece bir kişi vardı: Calum.
Gülümsediğimi belli etmemek için dudağımın kenarını ısırdım. Yaşanılan o tuhaf tartışmanın ardından negatifliği bu kadar erken bırakmamız ve benim de buna izin veriyor olmam kendimi tuhaf hissettirse de... neler olacağını görmek istiyordum yalnızca. Hepsi buydu.
Bunca berbat şeyin arasında mutlu olabilmek gibi bir şansım varsa bunu kaybetmek istemiyordum.
Ben: Bu yaptığına röntgencilik denir, bil diye söylüyorum.
Mesajı gönderdiğim anda okunması beni çok şaşırtmıştı. Başımı sağ tarafıma çevirip pencereden dışarıya, Calum'un odasına bakmak istiyordum ama ben bunun için cesaretimi toplayana dek mesaj geldi.
Calum: Güzel bir röntgencilik olduğunu düşünüyorum, böyle düzeltirsek can sıkıcı olmaz sanırım.
Uzun bir süre ne söyleyebileceğimi düşünerek ekrana baktım. Yaptıkları ya da söyledikleriyle beni bu kadar tepkisiz kılıyor oluşundan çoğu zaman hoşlanmıyordum, hazır cevap olmak isteyeceğimi hiç düşünmezdim.
Ben: Can sıkıcı olduğunu söylemedim.
Calum: Gülümsediğini biliyorum, haklısın. Elbette can sıkıcı olmaz.
Bu kez tamamen istemsizce başımı sağ tarafıma çevirip Calum'un odasına baktım. Ama uyanık olduğuna ya da pencerenin arkasından bir yerden beni izlediğine dair en ufak bir belirti bile yoktu. Işıklarını kapatmıştı, penceresi çok az aralıktı -üstelik bu soğukta- ve koyu renkte olan perdelerini sonuna kadar örtmüştü. Dışarıdan içeriye soğuk hava sızdığı için perde aralıklarla dışarıya doğru hareketleniyordu.
Odada değilse tüm bu detayları nasıl biliyordu?
Ben: Odanda değilsin ama tüm bunları biliyorsun çünkü?
Calum: Pencereye yaklaş.
Aptal gibi ekrana baktım. Hem de uzun bir süre boyunca. Eğer şu anda Cassie yanımda olsaydı, durgun zekalı gibi davranmamamı ve lanet kıçımı kaldırıp pencereye doğru gitmemi söylerdi. Bunu yapmadan önce de alnıma bir tane şaplatırdı. Bunları düşünmem, Cassie'nin bana yapmam gerekenleri çemkirircesine bir toplamayla sıraladığını hayal ettiğimde çok daha kolay oluyordu. Sanki şu anda kulağımın dibinde bana bunları fısıldıyormuş gibi.
Calum'un söylediğini yapıp ayağa kalkarak pencereme yaklaştım. Oturabileceğim kadar geniş olan ve annemin üstüne kalın, üzerinde kar taneleriyle süslenmiş battaniyeye dizlerimi yasladım. Hafifçe eğilip önce etrafa, en sonunda da aşağıya baktım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
You Belong With Me || hood
Fanfiction"İkisi de konuşmuyordu. Ama ilk andan beri aralarında sözcükleri gereksiz kılan çok iyi bir iletişim kurulmuştu."