Bölüm 46

1.6K 146 75
                                    

"Yani..." Cassie, kaşlarının tekini havaya kaldırdı. "Hala tam olarak konuşmuş sayılmazsınız, öyle mi?"

Söylenilen hiçbir şeyi anlamıyormuşum gibi olanları daha açık ve kısa bir şekilde yüzüme vurması, dün sabahki kimya dersimden sonra Calum'la ettiğimiz tartışmanın bıraktığı duyguları hafifletmiyordu. Tam aksine, tartışmadan sonra göğsümün ortasında oluşan minik boşluğun, Calum'dan uzaklaştırıldığımı hissettikçe bir kürek tarafından daha da derin bir şekilde kazıldığını hissediyordum.

Canımı en çok sıkan şeylerden birisi de, ondan, onun tarafından uzaklaştırılıyor olmaktı. Buna sahiden de katlanamıyordum. Daha önce ikimizin konuşmayı beceremediğimiz için aşamadığımız bir sorun olmamıştı. Birlikte olduğumuzdan beri yaşanılanlar hakkında konuşabilmek en rahat ve en kolay şekilde yaptığımız şeylerden birisiydi. Şimdi de Calum, bunu yapmamamız için durumu zora sokuyordu.

Konuşmama izin verseydi onu rahatlatabileceğimi düşünüyordum. Elbette yapacağım konuşma, "Luke'la aramda hiçbir şey yok, nasıl böyle düşünüp beni kıskanabilirsin?" tarzında değildi. Bunu zaten biliyordu. Ama son zamanlarda eskiye kıyasla çok daha az vakit geçirmek zorunda kalmıştık ve bu kişi 'sahte sevgili' oyununu oynadığım Luke olduğu için işler biraz sarpa sarmıştı. Sadece beni dinlemesini istemiştim, sadece.

Calum ise konuşma yerine sessizliği seçmişti.

Michael'dan başka hiç kimseyle doğru düzgün iletişimde olmadığı için, dün özellikle onunla vakit geçirmesini istemiştim. Cassie'nin de benimle vakit geçirdiği gibi. Michael'ın beni anladığını biliyordum, ama Calum'u da anlıyordu. Calum'un yapmama izin vermediği şeyi belki Michael daha iyi yapabilirdi. Onun endişe duygusunun daha fazla zedelenmesine yol açmadan onunla konuşabileceğine inanmak dünden bu yana beslediğim tek umut kırıntısı olmuştu.

Ellerimizde Charlie's'den aldığımız kahvaltılık çöreklerle birlikte Cassie ile okula doğru yürüyorduk. Sabah ortak noktada ilk buluştuğumuzda havadan sudan şeylerden bahsetmeye çalışsa da, konu yine dönüp dolaşıp Calum'la dünkü tartışmamıza gelmişti. Zaten... Cassie başka şeylerden söz edip dikkatimi bunu düşünerek kendime eziyet etmekten alıkoymayı denese bile işe yarayacağını hiç zannetmiyordum. Aklımda sürekli bu vardı çünkü.

Yürürken boşta kalan elimle telefonumu kontrol ettim. Ana ekranında hiçbir mesaj bildirimi veya cevapsız aramayla karşılaşmadığımda sinirle, derin bir şekilde iç çektim. "Beni bu şekilde görmezden gelmesine dayanamıyorum."

Cassie ekranıma baktıktan sonra gözlerini endişeyle bana kaldırdı. "Cevap vermedi mi?"

"Hayır. Sabah aradığımda da açmadı. Beni resmen... dışlıyor. Evet. Uygun kelime bu. Beni kendi hayatından tamamiyle dışlıyor!" Başımı iki yana salladım. "İnanamıyorum."

Cassie çöreğinden aldığı ısırığı yavaşça çiğnerken, gözlerindeki endişeli parıltılar benim bastıramayıp da gün yüzüne çıkan öfkemde süzülüyordu. Telefonumu kızgınlıkla ceketimin cebine sıkıştırdım. Yol boyunca çöreğimden sadece iki ısırık alabilmiştim ve Calum tarafından hala dışlanıldığımın bana kanıtlanması, iştah falan bırakmamıştı.

"Böyle yaparsa onunla asla konuşamam," dedim Cassie'ye dönüp. "Dün ne söylediğimi bile dinlemedi. Bana kızgın olmadığını söylemiş olmasına rağmen şimdi bakıyorum da... sadece bana kızgınmış gibi."

Cassie lokmasını yavaşça yuttu. Yeni bir tanesini almak için ağzını çöreğine uzandırmadan önce hızlıca, "Gerçekten seni kıskandığını açık açık söyledikten sonra kızmamış olmasına inanacak kadar saf olamazsın, değil mi?" dedi.

You Belong With Me || hoodHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin