Her şey tamamiyle berbat olmuştu.
Calum'un odada bile olmadığını fark etmemden sonra yer ve zaman kavramlarım ciddi bir çöküşe geçmişti. Etrafımdaki diğer her şeyle birlikte, tabii.
Michael'ın belimin etrafına sardığı kolları, Andrew'a ya da Luke'a karşı ikinci bir atak yapmamam için her geçen saniye biraz daha sıkılışıyordu. Ama bu çok anlamsız bir önlemdi. Zaten onlara saldırabilecek durumda değildim. Calum'un bir şekilde buradan gittiğini anladığımdan beri odağım onlardan kopmuştu. Gözlerim yalnızca onu bulabilmek için etrafta dolaşıyordu.
Dengem tamamen altüst olmuştu. Ne yaptığımı bilmiyordum. Odanın içinde kopan kıyametten uzaklaşmam için bağırtılar, çağırtılar arasında Michael beni sürükleyerek sahanlığa kadar götürdü. Hiç kimseyi dinlemememi sağlamaya çalışıyordu. Annem arkamdan bu yaptıklarımın bana geri dönüşünün olacağını, kasabada geçireceğim kalan yaşamım boyunca cezalı olduğumu ve istediğim üniversiteye yerleşme lüksümü benden alabilmek için bankada benim adıma biriktirilen paraların hepsine erişimimi engelleyeceğini söyleyerek daha sayamadığım başka binbir çeşit tehditler savurup durmuştu. Fakat hiçbiriyle ilgilenmiyordum. Kendimi berbat hissediyordum ve dizlerim bile tutmuyordu. Sinirden deli gibi ter boşanıyordum. Kısa kollu tişörtüm suya batmıştı.
Michael bir yandan beni sakinleştirmeye, diğer yandan da merdivenlerden aşağı inmeme yardımcı olmaya çalışıyordu. Çok sık nefes alıp verdiğimden göğsüm inanılmaz bir hızla yükselip alçalıyordu ve bu hız Michael'ı endişelendirmiş olmalıydı ki sürekli, "Jane, iyi misin?" ya da, "Seni acile götürmemi ister misin?" ya da, "Tanrım, tanrım," deyip duruyordu.
Oysaki kendimi bile gözümün görmediği bir noktadaydım. Ciğerlerim acımasız bir insanın avuçlarına verilmiş ve o da bana ıstırap yaşatmak için onları durmadan sıkıyormuş gibi sık sık soluklarım kesiliyordu. Merdivenlerden aşağıya inerken Michael'ın aşağı basamağa atmama yardımcı olduğu her basamakta gözlerim Calum'u bulmak istercesine etrafta geziniyordu. Ama yoktu. İçten içe burada olmadığını bilsem de algım bunu kavrayacak kadar berrak değildi o anda. Gözlerimin önü gibi buğuluydu. Bazen Michael'ın iyi olup olmadığımı anlamaya çalışırken kullandığı soruları zihnimin gerisinde kalmış silik bir uğultu gibi duyuyordum.
Luke'un evinden çıktığımızda ve ön bahçeye vardığımızda, Michael'ın elinden sıyrılarak arabayı park ettiğimiz yere kadar koştum. Nedenini bilmediğim kadar çok yanan ciğerlerime kısa bir mesafeliğine olsa bile koşmak iyi gelmemişti, çünkü göğüs kafesim her an patlayabilecekmiş gibiydi. Yeryüzü ayaklarımın altından çekiliyordu, en azından zihnimin algılaması bu şekildeydi ama Calum'u bulmak için etrafıma bakındığımda her şeyin yerli yerinde durduğunu da görüyordum. Sitenin içine belirli aralıklarla inşa edilmiş evler, yüksek gövdeli çam ağaçları, arabalar, yollar bıraktığım gibiydi.
Calum'un babasının arabasını buraya ilk geldiğimiz zaman park ettiğimiz o alanda görmediğimde göğsümdeki her an patlama çıkacak hissi daha da büyüdü. Gitmişti. Arabanın park halinde olması gereken yerde gözüme çok büyük ve yıkıcı görünen bir boşluk vardı. Aklım hala bu yaşananların hızını kavrayamıyordu. Aynı gecede hem çok mutlu hem de çok üzgün bir ruh haline bürünmüştüm ve bunun karşılığında kendimi boşlukta gibi hissediyordum.
Michael yanıma vardığında elinde telefonu vardı. Çok uzun bir süre Calum'u aradı. Ona ulaşmaya çalışırken gözü karşı yola bakıyor, kısık sesle sürekli, "Hadi, aç şu telefonu," diyordu. Gözyaşlarım yanaklarımdan çeneme doğru hiç durmak bilmeden süzülürken Michael'ın ona ulaşmasını bekliyordum. O da bir yandan beni sakinleştirmeye çalışıyor, diğer yandan da sanki Calum onu duyabilecekmiş gibi telefonunu açmasını mırıldanıyordu. Aptal telefonumun şarjı mükemmel bir zamanlamayla bitmişti. Elim kolum bağlanmış, yalnızca Michael'ın Calum'a ulaşmasını ve sonra telefonu bana vermesini bir umutla bekliyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
You Belong With Me || hood
Fanfic"İkisi de konuşmuyordu. Ama ilk andan beri aralarında sözcükleri gereksiz kılan çok iyi bir iletişim kurulmuştu."