Bölüm 44

1.5K 133 72
                                    

"Eğer üşüyorsan senin için bir şeyler getirebilirim."

Luke'un evindeki bahçeye çıktığımızda berbat geçmiş o akşam yemeğinde bedenimi saran gerginliği atmaya çalışıyordum. Montumun cebinde kalan telefonumu çıkartıp yaklaşık bir saat önce Calum'dan gelmiş mesajı cevaplandırmadan önce başımı kaldırıp Luke'a baktım.

"Teşekkür ederim," dedim. "Montumla idare edebilirim."

Kaşlarını havaya kaldırdı. "Emin misin? Hava karardı ve akşamları soğuk oluyor."

Emin olduğumu belirtmek için tek yaptığım şey başımı sallamak oldu. İkna olmuşa benzemiyordu ama bunun üzerinde daha fazla durmak istemediğimi de fark etmiş olmalıydı ki, ısınmamı sağlama konusunda başka alternatifler sunmaya kalkışmadı. Ellerini siyah, şişme montunun ceplerine yerleştirip tam yanımda yürümeyi sürdürdü.

Salonda yemek masasının olduğu köşe, boydan boya cam olduğu için Andrew ve annem arka bahçeye baktıklarında bizi oldukça net bir şekilde görebilirlerdi. Luke'la olan göz temasımı bozduktan sonra ve başımı hemen cep telefonuma indirmeden önce, o cama bakıp annemlerin nerede olduklarını kontrol ettim. Gördüğüm manzara, bahçeye çıkmak için onları masada bıraktığımız noktadan farklı değildi. Yalnızca şarap kadehleri yeniden doldurulmuştu ve bu sefer, ciddi bir şey konuşuyor gibi görünüyorlardı. Andrew'un sırtı bahçeye dönük olduğu için bizi görmüyordu. Fakat annemin bakışları bahçede dolaşan Luke ve benimle birlikte, Andrew'un yüzü arasında sıkı, kararlı bir mekik dokumaktaydı.

İlk seferden içlerine böyle bir şüphe düşürmüş olmak beklentilerimin çok ötesindeydi. Bebek adımlarıyla ilerlemeyi beklemiyordum, ama açık olmak gerekirse annemin bu işten hemen kuşkulanacağını da tahmin etmemiştim. İşime yarayacak mıydı? Gerilmiş yüzüne bakılırsa, kesinlikle. Ne kadar erken ayrılırlarsa benim için o kadar iyiydi.

Başımı telefon ekranıma eğip Calum'un göndermiş olduğu mesajın üzerine dokundum. Sohbet sayfası açılınca okunmamış mesajın üzerinde göz kürelerim dolaşmaya başladı.

Calum: Umarım her şey yolundadır. Seni çok merak ediyorum. Lütfen uygun olduğunda bana iyi olduğuna ve her şeyin yolunda gittiğine dair bir mesaj yaz, lütfen. Aramak istersen arayabilirsin de. Senden haber bekliyorum.

Dudaklarıma samimi ve zorlama olmayan bir gülümseme yerleşti. Calum'a olan duygularımın azalacağını hiçbir zaman düşünmemiştim ama her geçen gün böylesine canlı, bir öncekinden daha fazla olacağını da düşünmemiştim. Ona karşı hissettiğim tüm o güzel şeyler sadece bedenimden değil, aynı zamanda ruhumdan da dolup taşıyordu. Hissedebileceğim en saf duyguları, en yoğun haliyle ona karşı hissediyordum ve bu bir sonsuzluk gibiydi. Sanki ben yok olabilirdim ama sevginin bu boyutu benimle yeniden hayat bulmanın bir yolunu keşfedebilirmiş gibi.

Luke göz ucuyla telefonumda okuduğum mesaja baktı. Sonra da kafasını sağ tarafa çevirdi, ilgilenmiyormuş gibi yapmayı tercih etti. İkimiz de bedenen yan yana duruyor olabilirdik ama kafamızın içinde bambaşka bir yerde olduğumuzu anlayabiliyordum. Şu anda tek istediğim Calum'un yanında olmaktı. Hafta sonu yaptığım gibi ona sarılıp, kollarının arasında uyuyabilmekti.

Tanrım... onu öpmek istiyordum. Hatta belki daha bile fazlasını.

Parmaklarım sakince klavyeye uzandı.

Ben: Telefonumu yukarıda unutmuşum, özür dilerim. Şimdi gördüm. Lütfen beni merak etme, her şey yolunda. Hatta istediğimiz gibi gidiyor diyebilirim. Eve döndüğümde seni arayacağım, belki biraz konuşabiliriz?

Calum attığım mesajdan saniyeler sonra çevrimiçi oldu. Mesajımın okunduğunu ve adının hemen altında yazıyor... durumunu gördüğümde, yazdıklarını göndermesini bekledim.

You Belong With Me || hoodHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin